Gökhan Başkan’dan İspanya’nın yakın tarihi çerçevesinde İspanyol sineması üzerine yazılmış bir inceleme…
Her Fırtınada Farklı Yöne Uçuşan Bir Yaprak: İspanyol Sineması (1.Bölüm) | Gökhan Başkan
İspanyol Sineması · İlk Yılları ve Sinemada Luis Bunuel Yorumu
”Alışılmış ahlaka, geleneksel hayallere, duygusalcılığa, toplumun tüm
ahlaksal pisliğine karşıyım… Burjuva ahlakı, benim için ahlaksızlığın ta
kendisidir; çünkü ters kurumlar üzerine kuruludur: Din, vatan, aile ve toplumun
diğer temel direkleri..!” – Luis Buñuel
ahlaksal pisliğine karşıyım… Burjuva ahlakı, benim için ahlaksızlığın ta
kendisidir; çünkü ters kurumlar üzerine kuruludur: Din, vatan, aile ve toplumun
diğer temel direkleri..!” – Luis Buñuel
İspanyol olmayan biri bu ülkeye ait bir sinema filmi izlediğinde, doğal olarak, filmde doğan, uçuşan düşünceleri, renkleri merak edecektir. Nedir peki bu ülkeyi Yedinci Sanat’ta farklı kılan? Kültür mü, siyasi ortam mı, tarih mi, gerçekler mi yoksa gerçekliği aşması mı? Bu soruya rahatça hem evet hem de hayır diyebiliriz; çünkü İspanyol sineması birbirinden çok farklı katmanları bir arada bulunan zengin bir orman gibidir. Bu ülkenin çok derin bir siyasi krizden çıkıp sinemasını bir anda şahlandırması bana, Nietzsche’nin, “Öldürmeyen şey güçlendirir,” sözünü hatırlatmadı değil açıkçası. Gerçekten de küllerinden doğan bir ülkedir İspanya, sineması da elbet bu ülkenin ruhuna benzeyecekti. Bir Akdeniz ülkesi olan İspanya, sinema ile 19. Yüzyıl’ın sonlarında, yani hemen hemen sinemanın ortaya çıkmasıyla tanıştı. 1905 yılında Hispano adında ilk film şirketi kuruldu, Yedinci Sanat’ın merkez kenti ise o zamanlar Barselona’ydı.
Yapılan filmler sıradan, herhangi bir farklılığı olmayan, neredeyse hiçbir akıma sahip denilemeyecek eserlerdi. Sinemanın merkezinin Madrid’e kayması Luis Bunuel ve Ernesto Gimenez Cavellaro’nun 1928 yılında bu şehirde ilk sinema kulübünü kurması ile birlikte olmuştur.
Bunuel ve arkadaşı ressam Salvador Dali, İspanyol sanatında yeni bir akıma önderlik ederler: Gerçeküstücülük. O zamanlar, Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımları tüm dünyayı sarmıştı. Sanat cephesinde ise artık sanatçılar saf gerçeklikten uzaklaşmak gibi bir ihtiyaç hissettiler kendilerinde. Savaşın bıraktığı bunalım, gerçekliğin eskisi gibi ilginç gelmesi fikrini bozmuştu adeta. O dönemde bir çok sanatçı sadece maddeyi değil, maddenin ruhunu, ardındaki gerçekleri araştırmaya koyulmuştu. Bilinçten çok bilinçaltı okyanusuna dalan Bunuel ve Dali bir gün gördükleri rüyaları
birbirine anlatmaları ile başlayan süreçte film çekerler ve Bir Endülüs Köpeği adındaki bu film
adeta onların sanat anlayışlarının manifestosu niteliğindedir.
birbirine anlatmaları ile başlayan süreçte film çekerler ve Bir Endülüs Köpeği adındaki bu film
adeta onların sanat anlayışlarının manifestosu niteliğindedir.
Gerçeküstücülük, İspanyol sinemasında bir bomba gibi patlar. Bu ülkenin dünya sanatına bir armağanıdır Gerçeküstücülük. Klasik anlatım tarzı parçalanmış, anlatmak istenen için hiç de alışılmadık yöntemlere başvurulmuştur. En başta izleyicinin takip mekanizması kırılmıştır. Bir filmin içinde birbiriyle alakasız onlarca sahne vardır ve bu sahneler de bir olayı anlatmaz, daha çok bir izdüşüm, bir bilinçaltı refleksi gibidir; zaman yoktur, varsa bile devam eden bir süreç yerine mantıksız, çelişkili gibi görünebilecek zamanlar sunulur; örneğin, Bir Endülüs Köpeği “evvel zaman içinde” diye başlar, “sekiz yıl sonra” diye devam eder.
Bu akımda madde yoktur,
olgu yoktur, sadece simge vardır, bildiğimiz türden olayların akışı olmadığı
için anlatılmak istenen düşünceye izleyici, simgelerin neyi ima ettiğini
düşünerek, kafasında çözümlemeler yaparak, yahut araştırarak varacaktır; yani
filmin içinde de simgelerin neyi temsil ettiği verilmez. Gerçeküstü filmlerden
simgelerin neyi temsil ettiğine bakarak bir sonuç çıkarılabileceği gibi her
sahneden de apayrı bir sonuç çıkarılabilir. Burada amaç “görünen” gerçeklerden
çok “görünmeyen” gerçeklere uzanmaktır.
olgu yoktur, sadece simge vardır, bildiğimiz türden olayların akışı olmadığı
için anlatılmak istenen düşünceye izleyici, simgelerin neyi ima ettiğini
düşünerek, kafasında çözümlemeler yaparak, yahut araştırarak varacaktır; yani
filmin içinde de simgelerin neyi temsil ettiği verilmez. Gerçeküstü filmlerden
simgelerin neyi temsil ettiğine bakarak bir sonuç çıkarılabileceği gibi her
sahneden de apayrı bir sonuç çıkarılabilir. Burada amaç “görünen” gerçeklerden
çok “görünmeyen” gerçeklere uzanmaktır.
Sanat çevrelerinde
müthiş bir etki yapmasına rağmen usta yönetmen Bunuel’in neyi anlatmak
istediğini kimse anlamamıştır; kendisine sorulduğunda ise hiçbir şey anlatmak
istemediğini söylese de bugün bile onun Bir Endülüs Köpeği filmi pek çok kişi
tarafından hala yeni yorumlamalara açıktır.
müthiş bir etki yapmasına rağmen usta yönetmen Bunuel’in neyi anlatmak
istediğini kimse anlamamıştır; kendisine sorulduğunda ise hiçbir şey anlatmak
istemediğini söylese de bugün bile onun Bir Endülüs Köpeği filmi pek çok kişi
tarafından hala yeni yorumlamalara açıktır.
Peki neden Gerçeküstücülük?
Bir sinema yönetmeni pek çok sebepten ötürü Gerçeküstü sanat anlayışını seçebilir; mesela filmlerine ilginçlik katmak gibi. Ama Bunuel, tam bir burjuva ve kilise karşıtı bir adamdı. Toplumsal ahlaka, milliyetçiliğe, dinin toplumu yıpratmasına, devletin muhafazakar yapısına olanca gücüyle saldırmak istiyordu. Çok büyük bir ihtimal şu şekilde düşünmüş olabilir: Klasik sanat anlayışı ile sinema filmi yaparak bir düşünce savunmak çok zordur; çünkü izleyici sadece filmde anlatılan olaylara eşlik eder, gerisini düşünmez, kendini olayın içinde kaybeder; kendisine verileni alır sadece ve üzerine bir şey katmaz. Bu yüzden önce olayların seyirciyi kendi içine almasını önlemek gerekiyordu. Diğer bir sebep de Gerçeküstücü sanat anlayışının kişiyi düşünmeye itmesi. Seyirci, simgelerin neyi anlattığı düşüncesiyle kafasında birçok çözümlemeler üretecek ve sorgulayıcı, araştırıcı düşünce tarzı ile filmi izlemek zorunda kalacağı için anlatılmak istenen düşünceyi istemese de, kabul etmese de alacaktır; seyircinin herhangi bir olayın içinde kaybolma şansı yoktur, çünkü düz ilerleyen bir olay yoktur; bu sebepten ötürü de seyirci için kaçış noktası yoktur. Bunuel karşıtı olduğu kurumları simgeler yoluyla anlatarak seyirciyi şoke etme çabası içine girmiştir. Çünkü, çeşitli çözümlemeler, araştırmalar, düşüncede bitmek bilmeyen savaşlar sonucu onlarca simge dönüşüp bir gerçeklik halini aldığında seyirci bu gerçekliği artık eskisi gibi değerlendirmeyecek, onu bağlı olduğu kurumların yozlaşmasından bir nebze de olsa sıyrılmış olarak yorumlayacak ve asıl gerçekliğe kavuşacaktır. İşte, sinema tarihinin en görkemli yönetmenlerinden Louis Bunuel’in sanat anlayışı bu şekilde özetlenebilir.
Nitekim onun Altın Çağ filmi, ilk eseri olan Bir Endülüs Köpeği filmine oranla daha anlaşılır simgelerle yüklenmiş olup, adeta izleyicinin yüzüne bir tokat gibi çarpan sembolik olaylarla doludur. Bu sembolik olaylarla Bunuel, din ve kiliseyi, toplumun ahlaksal bakış açısını, aristokrat ve burjuva sınıfının alçaklığı ve çöküşünü anlatır ki, film yasaklanmıştır hemen. Bu yasak ise ancak 1980 yılında ortadan kalkmıştır.
1936 yılına geldiğimizde ise İspanya tarihinin en kötü olaylarından birini yaşayacak, Cumhuriyetçiler ile Milliyetçiler arasında bir iç savaş başlayacaktır. Savaş, İspanya ve sineması üzerine karanlık bir bulut gibi çökecektir.
İç savaş 3 yıl sürmüş ve yarım milyon insan hayatını kaybetmiştir. O dönem çekilen propaganda amaçlı filmlerin sadece onda birini biliyoruz bugün. Dönemin en dikkat çekici filmi ise Luis Bunuel’in 1936’da yaptığı Espana adlı filmidir.