The Godfather, Guguk Kuşu ve Tolkien üzerinden edebiyat ve sinema ilişkisi üzerine bir Gökhan Başkan incelemesi.
“İyi bir
sinema filmi yapmak için üç şey lazımdır:
sinema filmi yapmak için üç şey lazımdır:
senaryo,
senaryo ve de senaryo”
senaryo ve de senaryo”
Alfred
Hitchock
Hitchock
Edebiyat ve sinema ilişkisi iki dostun
ilişkisine benzer. Ama bu ilişkide tuhaf bir durum vardır. Edebiyatın sinema
dünyasını sağlıklı biçimde etkilemesi söz konusuyken bu durum tersinde
gözükmez. Şöyle ki, sinema kurgusuna yaklaşan bir edebi metni usta edebiyatçılar haklı olarak yadırgar. Bu konuyu sinemanın en iyi yaratımlarından
örnekler vererek inceleyebiliriz.
ilişkisine benzer. Ama bu ilişkide tuhaf bir durum vardır. Edebiyatın sinema
dünyasını sağlıklı biçimde etkilemesi söz konusuyken bu durum tersinde
gözükmez. Şöyle ki, sinema kurgusuna yaklaşan bir edebi metni usta edebiyatçılar haklı olarak yadırgar. Bu konuyu sinemanın en iyi yaratımlarından
örnekler vererek inceleyebiliriz.
Mario Puzo, geçim sıkıntısı
yaşadığı yıllarda birçok roman yazar,
ama hiçbirinde başarılı olamaz. Fakat
kafasında bir roman vardır ve bu roman onun yaşama karşı son kozu olacaktır. Büyük riskler de alarak, varını yoğunu bu
romanı bitirmekte kullanır. Kumarı
kazanan Puzo, tüm dünyada bir anda en çok satan kitabın yazarı olur. Bu romanın
konusunu hepimiz biliyoruz aslında. Eleştirmenlerce
tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olarak görülen Godfather’ın roman
hali de tüm dünyada heyecan yaratır. Yönetmen Francis Ford Coppala ile senaryoyu daha da geliştiren Puzo, 1972
yılında Godfather’ın ilk filmini yaparlar ve bu film Hollywood’un kaybolan
imajını tümüyle kurtarır.
yaşadığı yıllarda birçok roman yazar,
ama hiçbirinde başarılı olamaz. Fakat
kafasında bir roman vardır ve bu roman onun yaşama karşı son kozu olacaktır. Büyük riskler de alarak, varını yoğunu bu
romanı bitirmekte kullanır. Kumarı
kazanan Puzo, tüm dünyada bir anda en çok satan kitabın yazarı olur. Bu romanın
konusunu hepimiz biliyoruz aslında. Eleştirmenlerce
tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olarak görülen Godfather’ın roman
hali de tüm dünyada heyecan yaratır. Yönetmen Francis Ford Coppala ile senaryoyu daha da geliştiren Puzo, 1972
yılında Godfather’ın ilk filmini yaparlar ve bu film Hollywood’un kaybolan
imajını tümüyle kurtarır.
Godfather’ın
başarısı her şeyden önce bir edebiyat kurgusunun başarısıdır. Çünkü Puzo,
hikayeyi bir roman kurgusuna sığdırarak film yaptığı için biz bir mafya
ailesinin hikayesini bu kadar önemseyebildik. Farklı olan ne vardı Godfather’da?
Mafya ilişkileri mi? Daha sonradan
tüm benzeri filmleri etkileyecek olan o mafya liderleri görüntüsü mü? Yoksa bir
aile hikayesi mi?
başarısı her şeyden önce bir edebiyat kurgusunun başarısıdır. Çünkü Puzo,
hikayeyi bir roman kurgusuna sığdırarak film yaptığı için biz bir mafya
ailesinin hikayesini bu kadar önemseyebildik. Farklı olan ne vardı Godfather’da?
Mafya ilişkileri mi? Daha sonradan
tüm benzeri filmleri etkileyecek olan o mafya liderleri görüntüsü mü? Yoksa bir
aile hikayesi mi?
Godfather, her
şeyden önce bir aile dramıdır. Biz, her şeyden önce bir aile serüvenini takip
ederiz. Vito Carlione küçük bir
çocukken kan davasından kurtulmak için İtalya’dan Amerika’ya, bir komşusunun
yardımıyla kaçtığında, bu özgürlükler ülkesinde ailesini korumak adına yasa dışı
işlere bulaşır ve zaman içinde New York’un en büyük mafya ailesinin lideri
haline gelir. Vito için tek önemli olan,
ailesidir. Bu durum, bilinçaltımıza öyle yüklenir ki beş mafyanın mücadelesinin
yanında Carlione ailesinin her bir bireyini, en küçük oğul Michael, Santiano,
Fredo ve Connie’nin ruhsal ve sosyolojik gelişimlerini ve Vito
Carlione’nin baba figürünü de merak
içinde takip ederiz, zira 1976 yapımı ikinci
Godfather filminde de aile dramı tam
anlamıyla ortaya çıkar ve seyirci, annenin ölümünü, kardeş katlini, kız
kardeşin kendini dağıtması ve toparlamasını, üvey kardeş ve ailenin danışmanı
olan bir avukatın çelişkileri ile sarsılır.
şeyden önce bir aile dramıdır. Biz, her şeyden önce bir aile serüvenini takip
ederiz. Vito Carlione küçük bir
çocukken kan davasından kurtulmak için İtalya’dan Amerika’ya, bir komşusunun
yardımıyla kaçtığında, bu özgürlükler ülkesinde ailesini korumak adına yasa dışı
işlere bulaşır ve zaman içinde New York’un en büyük mafya ailesinin lideri
haline gelir. Vito için tek önemli olan,
ailesidir. Bu durum, bilinçaltımıza öyle yüklenir ki beş mafyanın mücadelesinin
yanında Carlione ailesinin her bir bireyini, en küçük oğul Michael, Santiano,
Fredo ve Connie’nin ruhsal ve sosyolojik gelişimlerini ve Vito
Carlione’nin baba figürünü de merak
içinde takip ederiz, zira 1976 yapımı ikinci
Godfather filminde de aile dramı tam
anlamıyla ortaya çıkar ve seyirci, annenin ölümünü, kardeş katlini, kız
kardeşin kendini dağıtması ve toparlamasını, üvey kardeş ve ailenin danışmanı
olan bir avukatın çelişkileri ile sarsılır.
Şimdi
varsayımlara yelken açalım biraz. Karşımızda bir edebiyat uyarlaması değil de bir sinema kurgusu ile Godfather
filminin olduğunu düşünelim, ne ile karşı karşıya olurduk?
varsayımlara yelken açalım biraz. Karşımızda bir edebiyat uyarlaması değil de bir sinema kurgusu ile Godfather
filminin olduğunu düşünelim, ne ile karşı karşıya olurduk?
Günümüz modern
sineması her ne kadar incelikli kurgulamalara olanak verse de beş altı ayı
aşmayan senaryo çalışmaları, izleyicinin hikayeye tam olarak katılmasını engelleyen birçok unsuru da barındırmaktadır. Özellikle karakterlerin özellikleri,
bilinçaltı düşüncelerinin işlenmesi,
sinema kurgusunda yeterince iyi yapılamamaktadır. Godfather’da Vito
Carlione şahsında baba figürü,
bir mafya ilişkisine en ince ayarlarla bir aile dramını katmak, ancak edebiyat kurgusunun sağlayabileceği bir
durumdur. Bir sinema senaryosu çalışması ile Godfather, mafya hesaplaşmalarıyla
geçecek, aksiyon dolu bir film serisi olurdu ki, sinema kültüründe hepsi bol
bol mevcuttur. Zira senaryo kurgusu, karakter yaratımında da edebiyata göre
daha başarısız örnekler sunmaktadır.
sineması her ne kadar incelikli kurgulamalara olanak verse de beş altı ayı
aşmayan senaryo çalışmaları, izleyicinin hikayeye tam olarak katılmasını engelleyen birçok unsuru da barındırmaktadır. Özellikle karakterlerin özellikleri,
bilinçaltı düşüncelerinin işlenmesi,
sinema kurgusunda yeterince iyi yapılamamaktadır. Godfather’da Vito
Carlione şahsında baba figürü,
bir mafya ilişkisine en ince ayarlarla bir aile dramını katmak, ancak edebiyat kurgusunun sağlayabileceği bir
durumdur. Bir sinema senaryosu çalışması ile Godfather, mafya hesaplaşmalarıyla
geçecek, aksiyon dolu bir film serisi olurdu ki, sinema kültüründe hepsi bol
bol mevcuttur. Zira senaryo kurgusu, karakter yaratımında da edebiyata göre
daha başarısız örnekler sunmaktadır.
Peki neden böyle
olmaktadır? Her şeyden önce edebiyat yıllar süren çalışmaların ürünüdür.
Senaryo, yapısı gereği üzerinde gerekli incelemeleri, yoğun bir biçimde
düşünmeyi, yıllarca eksik yanlarının titizlikle düzeltilmesi işlemlerini
olanaksız kılar. Bir senarist bir yazar gibi değildir, senarist çok soğukkanlı
ve titiz olsa da senaryonun edebi yapısı acelecidir, bir çırpıda yazılıyormuş
gibi olan görünümü senaryo çalışmalarında derin karakterler yaratmada bir engel
teşkil eder. Eğer ki Godfather, önce
edebiyatın titizliğinden geçmeseydi bu sorunları hepimiz hissedecektik. Zira,
serinin kitap dışında kalan üçüncü filmi hayal kırıklıklarını üzerinde
toplamıştı.
olmaktadır? Her şeyden önce edebiyat yıllar süren çalışmaların ürünüdür.
Senaryo, yapısı gereği üzerinde gerekli incelemeleri, yoğun bir biçimde
düşünmeyi, yıllarca eksik yanlarının titizlikle düzeltilmesi işlemlerini
olanaksız kılar. Bir senarist bir yazar gibi değildir, senarist çok soğukkanlı
ve titiz olsa da senaryonun edebi yapısı acelecidir, bir çırpıda yazılıyormuş
gibi olan görünümü senaryo çalışmalarında derin karakterler yaratmada bir engel
teşkil eder. Eğer ki Godfather, önce
edebiyatın titizliğinden geçmeseydi bu sorunları hepimiz hissedecektik. Zira,
serinin kitap dışında kalan üçüncü filmi hayal kırıklıklarını üzerinde
toplamıştı.
Sosyolojik, toplumsal ve siyasi etkileri Godfather
kadar olmayan, insanın toplumdaki ve hayattaki tecritini anlatan One Flew Over The Cuckoo’s Nest (Guguk
Kuşu) , bir Milos Forman filmidir. Ken Kesey’in romanından sinemaya
uyarlanmıştır. Çok ender olarak görülen
bir özelliğe sahiptir Guguk Kuşu: Film, kitabın kendisinden daha başarılıdır.
kadar olmayan, insanın toplumdaki ve hayattaki tecritini anlatan One Flew Over The Cuckoo’s Nest (Guguk
Kuşu) , bir Milos Forman filmidir. Ken Kesey’in romanından sinemaya
uyarlanmıştır. Çok ender olarak görülen
bir özelliğe sahiptir Guguk Kuşu: Film, kitabın kendisinden daha başarılıdır.
Filmin yapımcısı
Michael Douglas, Guguk Kuşu’nu hep
sinemaya uyarlamak istediğini belirtmiştir.
Guguk Kuşu derin analizli, titizlikle yapılan çalışmaların ürünü olarak
romanın kendisinden sanatsal olarak çok daha üst bir seviyeye
erişebilmiştir. Bunun sebepleri bellidir
aslında, birincisi Ken Kesey edebiyat
kurgusu tekniğini yutmuş usta bir romancı
değildir, yazdığı romanın yüzeysel yapısı hemen dikkat çeker.
Michael Douglas, Guguk Kuşu’nu hep
sinemaya uyarlamak istediğini belirtmiştir.
Guguk Kuşu derin analizli, titizlikle yapılan çalışmaların ürünü olarak
romanın kendisinden sanatsal olarak çok daha üst bir seviyeye
erişebilmiştir. Bunun sebepleri bellidir
aslında, birincisi Ken Kesey edebiyat
kurgusu tekniğini yutmuş usta bir romancı
değildir, yazdığı romanın yüzeysel yapısı hemen dikkat çeker.
Ama filmin başarısının
en önemli kaynağı roman kurgusundan ayrı olarak tutulan yönleriydi. Ken Kesey
hikâyeyi Şef diye hitap edilen bir kızılderili
gözünden anlatmakla romanında en önemli yanlışını yapmıştı; neyse ki sinema
filminde herhangi birinin gözünden anlatmayarak bu sorunu zekice çözdüler. Böyle bir değişikliğin birçok yönden yararı
oldu, örneğin akıl hastanesinde deli olarak gördüğü insanları tanımak adına bir
keşfe çıkan Randle P.McMurphy nesnel olarak değerlendirebileceğimiz bir
karakter oldu; hem sempati besleyeceğimiz hem kızabileceğimiz. Şef karakteri ise gizemli yapısıyla
dikkatimizi çekti. Hem kızılderilinin gözünden anlatılsaydı eğer, biz olayları belli bir açıdan görecek ve dar
bir bakış açısıyla değerlendirecektik.
en önemli kaynağı roman kurgusundan ayrı olarak tutulan yönleriydi. Ken Kesey
hikâyeyi Şef diye hitap edilen bir kızılderili
gözünden anlatmakla romanında en önemli yanlışını yapmıştı; neyse ki sinema
filminde herhangi birinin gözünden anlatmayarak bu sorunu zekice çözdüler. Böyle bir değişikliğin birçok yönden yararı
oldu, örneğin akıl hastanesinde deli olarak gördüğü insanları tanımak adına bir
keşfe çıkan Randle P.McMurphy nesnel olarak değerlendirebileceğimiz bir
karakter oldu; hem sempati besleyeceğimiz hem kızabileceğimiz. Şef karakteri ise gizemli yapısıyla
dikkatimizi çekti. Hem kızılderilinin gözünden anlatılsaydı eğer, biz olayları belli bir açıdan görecek ve dar
bir bakış açısıyla değerlendirecektik.
Özellikle simgesel sahnelerle yüklü bir filmin nasıl
anlatıldığı, hangi karakterin simgesel olaylara nasıl tepki verdiği ayrı bir
önem kazanır. Randle P. Mcmurphy, bir
değişim yaratmak ister ve başarısız olur. Onunla Hemşire Ratched arasındaki
savaş, hastane koğuşundaki herkesin kaderini etkileyecektir; biri özgürlüğün,
diğeri disiplin ve sistemin simgesidir.
Kazanan Hemşire Ratched olur, ama biz hiç ummadığımız bir yerden, Şef’in
son davranışını, yani Randle P. Mcmurphy’ yi öldürüp pencereden kaçmasını
özgürlüğümüze olan düşkünlüğümüz sebebiyle içimizde bir neşe ile karşılarız.
anlatıldığı, hangi karakterin simgesel olaylara nasıl tepki verdiği ayrı bir
önem kazanır. Randle P. Mcmurphy, bir
değişim yaratmak ister ve başarısız olur. Onunla Hemşire Ratched arasındaki
savaş, hastane koğuşundaki herkesin kaderini etkileyecektir; biri özgürlüğün,
diğeri disiplin ve sistemin simgesidir.
Kazanan Hemşire Ratched olur, ama biz hiç ummadığımız bir yerden, Şef’in
son davranışını, yani Randle P. Mcmurphy’ yi öldürüp pencereden kaçmasını
özgürlüğümüze olan düşkünlüğümüz sebebiyle içimizde bir neşe ile karşılarız.
Burada önemli
olan nokta, filmin, Ken Kesey’in romanda başaramadığı şeyi, bilinçaltımızı
harekete geçirmesini görkemli bir ustalıkla başarmış olmasıdır. Roman bir hikayenin akıp giden etkisine sahip
olsa da film, bizi bağımsız görünen sahnelerle durup düşünmeye itmektedir.
Hikayenin ortasında artık biz de o hastalardan biriyizdir, hayattan tecrit
edilmiş, sürekli sistemin özgürlüğümüze engel olduğu hasta ruhlarız biz de ve
kaderimiz Hemşire Rathched ve Mcmurphy arasında gidip gelmektedir. Zira, filmin en önemli etkisi de, hikayenin ortasında bizi de bu oyuna dahil
etmesidir.
olan nokta, filmin, Ken Kesey’in romanda başaramadığı şeyi, bilinçaltımızı
harekete geçirmesini görkemli bir ustalıkla başarmış olmasıdır. Roman bir hikayenin akıp giden etkisine sahip
olsa da film, bizi bağımsız görünen sahnelerle durup düşünmeye itmektedir.
Hikayenin ortasında artık biz de o hastalardan biriyizdir, hayattan tecrit
edilmiş, sürekli sistemin özgürlüğümüze engel olduğu hasta ruhlarız biz de ve
kaderimiz Hemşire Rathched ve Mcmurphy arasında gidip gelmektedir. Zira, filmin en önemli etkisi de, hikayenin ortasında bizi de bu oyuna dahil
etmesidir.
Romanın
eksikliğinin giderilmesi kimin başarısıydı peki? Aslında iyi bir ekiple bunu
başarmışlardı. Hikayeyi en doğru biçimde anlayan bir yapımcı, yönetmen ve
tiyatro geleneğinden gelme oyuncular olan Jack Nicholson, Louise Fletcher ve diğerlerinin ortak
başarısıdır, diyebiliriz.
eksikliğinin giderilmesi kimin başarısıydı peki? Aslında iyi bir ekiple bunu
başarmışlardı. Hikayeyi en doğru biçimde anlayan bir yapımcı, yönetmen ve
tiyatro geleneğinden gelme oyuncular olan Jack Nicholson, Louise Fletcher ve diğerlerinin ortak
başarısıdır, diyebiliriz.
Buradan çıkacak
sonuç, çok satan kitapların hikaye
yaratmada kusurlarının bulunabileceği, bunların sinemaya uyarlanırken dikkatli
olunması gerektiği ve hikayenin ruhunun doğru olarak anlaşılmasıyla ancak derin
analizli karakterler ve tahliller yapılabileceğidir.
sonuç, çok satan kitapların hikaye
yaratmada kusurlarının bulunabileceği, bunların sinemaya uyarlanırken dikkatli
olunması gerektiği ve hikayenin ruhunun doğru olarak anlaşılmasıyla ancak derin
analizli karakterler ve tahliller yapılabileceğidir.
Şimdi bakış
açımızı bambaşka bir ortama, Orta
Dünya’ya çevirerek edebiyat-sinema ilişkisini incelemeyi sürdürelim:
açımızı bambaşka bir ortama, Orta
Dünya’ya çevirerek edebiyat-sinema ilişkisini incelemeyi sürdürelim:
J.R.R. Tolkien bir dil bilimi
uzmanıydı, çok iyi bir tarih bilgisi vardı.
Hikaye yaratırken bu tarih bilgisinden hep yararlanacaktı. Üstelik edebi yanı da olan güçlü bir kalemi
vardı.
uzmanıydı, çok iyi bir tarih bilgisi vardı.
Hikaye yaratırken bu tarih bilgisinden hep yararlanacaktı. Üstelik edebi yanı da olan güçlü bir kalemi
vardı.
Sinema kendi
başına birçok hayali dünya
yaratmıştı, örneğin Star Wars. Ama hiçbiri,
günümüzün gerçek dünyasından koparabilme başarısını seyircide
hissettiremedi. Hayali unsurlar bir
varsayma işlemine tabii görüldü, ama izleyici samimi bulmadı ve bu hayali
dünyaları günümüz gerçek dünyasını izler gibi seyretti. Yani sinemanın
yarattığı hiçbir dünya izleyiciyi içten bir biçimde kendi içine çekemedi.
başına birçok hayali dünya
yaratmıştı, örneğin Star Wars. Ama hiçbiri,
günümüzün gerçek dünyasından koparabilme başarısını seyircide
hissettiremedi. Hayali unsurlar bir
varsayma işlemine tabii görüldü, ama izleyici samimi bulmadı ve bu hayali
dünyaları günümüz gerçek dünyasını izler gibi seyretti. Yani sinemanın
yarattığı hiçbir dünya izleyiciyi içten bir biçimde kendi içine çekemedi.
Hayali Dünya
yaratmak çok büyük bir beceri ve entellektüel efor isteyen bir olaydır. Yeni
disiplinler, yeni yaşam biçimleri, yeni halklar ve haklar, yeni dinler, yeni
şehirler, yeni ahlak kuralları kurmanız gerekir. Böylesi görkemli bir şey,
onlarca yılı alabilecek bir çalışmayı gerektirir. Sinemanın eksiği de burada ortaya çıkıyor.
Sinema bir filme yıllarını vermez, bir hikaye yaratmak için onlarca yıl
beklemez; o, bir çırpıda ortaya çıkan hikâyelerle beslenir. Burada da devreye
edebiyatın sinemayı beslemesi girer. Edebiyat uyarlamaları sinema için eşsiz
bir okyanustur.
yaratmak çok büyük bir beceri ve entellektüel efor isteyen bir olaydır. Yeni
disiplinler, yeni yaşam biçimleri, yeni halklar ve haklar, yeni dinler, yeni
şehirler, yeni ahlak kuralları kurmanız gerekir. Böylesi görkemli bir şey,
onlarca yılı alabilecek bir çalışmayı gerektirir. Sinemanın eksiği de burada ortaya çıkıyor.
Sinema bir filme yıllarını vermez, bir hikaye yaratmak için onlarca yıl
beklemez; o, bir çırpıda ortaya çıkan hikâyelerle beslenir. Burada da devreye
edebiyatın sinemayı beslemesi girer. Edebiyat uyarlamaları sinema için eşsiz
bir okyanustur.
Tolkien sadece
Orta Dünya’yı yaratmadı, ayrıca en baştan itibaren onun tarihini de yarattı. O
dünyadan şimdilik üç Yüzüklerin Efendisi,
üç de Hobbit olarak altı film
çıkarıldı; ama bu liste gelecek yıllarda daha da uzayacak. Yeni yapılacak olan
filmler, Tolkien külliyatına bağlı kaldıkça da seyircinin hoşuna gidecek, çünkü
Orta Dünya’nın ruhunu en iyi “Tanrısı” dile getirebilirdi. Ama tabii, Guguk
Kuşu’nda olduğu gibi büyük bir ekip çalışması ile de Orta Dünya’ya yeni şeyler
katılabilir. Hobbit serisinde bu
denendi, kitaba bağlı kalmaksızın yeni şeyler eklendi, ilk iki film kitaba
bağlı kalmıştı, bu yüzden sağlam bir kurgu yaratmada çok zorlanmadılar. Ama
üçüncü film baştan sona yüzeysellik ve bayağılıkla ele alınmıştı ve Beş Ordunun Savaşı, yapımcıların
ve senaristlerin sadece üçlemeyi
tamamlamak gibi basitçe bir düşünceyle yaptıkları ve beceriksizce işin içinden
sıyrıldıkları bir sinema filmi oldu. Oysa ilk iki filmde temeli sağlam bir
kurgu içinde yeni şeyler de vardı; bunlar kitap dışında kalan, Sauron’un yavaş
yavaş ortaya çıkması ile ilgili olan sahnelerdi ve seyircinin de takdirini
almıştı.
Orta Dünya’yı yaratmadı, ayrıca en baştan itibaren onun tarihini de yarattı. O
dünyadan şimdilik üç Yüzüklerin Efendisi,
üç de Hobbit olarak altı film
çıkarıldı; ama bu liste gelecek yıllarda daha da uzayacak. Yeni yapılacak olan
filmler, Tolkien külliyatına bağlı kaldıkça da seyircinin hoşuna gidecek, çünkü
Orta Dünya’nın ruhunu en iyi “Tanrısı” dile getirebilirdi. Ama tabii, Guguk
Kuşu’nda olduğu gibi büyük bir ekip çalışması ile de Orta Dünya’ya yeni şeyler
katılabilir. Hobbit serisinde bu
denendi, kitaba bağlı kalmaksızın yeni şeyler eklendi, ilk iki film kitaba
bağlı kalmıştı, bu yüzden sağlam bir kurgu yaratmada çok zorlanmadılar. Ama
üçüncü film baştan sona yüzeysellik ve bayağılıkla ele alınmıştı ve Beş Ordunun Savaşı, yapımcıların
ve senaristlerin sadece üçlemeyi
tamamlamak gibi basitçe bir düşünceyle yaptıkları ve beceriksizce işin içinden
sıyrıldıkları bir sinema filmi oldu. Oysa ilk iki filmde temeli sağlam bir
kurgu içinde yeni şeyler de vardı; bunlar kitap dışında kalan, Sauron’un yavaş
yavaş ortaya çıkması ile ilgili olan sahnelerdi ve seyircinin de takdirini
almıştı.
Sinema
yapımcıları bu tür edebiyat uyarlamalarında çok dikkatli davranmak, ekibini bir
şekilde hikayeyi doğru anladıklarına ikna etmek zorundadır. Orta Dünya’dan daha
birçok film çıkar, özellikle Sauron’un iyilerin tarafındayken nasıl oldu da
kötülerin tarafına geçtiği, Orta Dünya hayranları tarafından sinemada görmek
istedikleri bir hikayedir. Ama tarihi ve kuralları ayrı bir dünyaya dair sinema
filmi yapılacaksa edebiyat ve sinema arasındaki
bu dostluğun daha da hassas bir hal alabileceği de göz önüne alınmalıdır.
yapımcıları bu tür edebiyat uyarlamalarında çok dikkatli davranmak, ekibini bir
şekilde hikayeyi doğru anladıklarına ikna etmek zorundadır. Orta Dünya’dan daha
birçok film çıkar, özellikle Sauron’un iyilerin tarafındayken nasıl oldu da
kötülerin tarafına geçtiği, Orta Dünya hayranları tarafından sinemada görmek
istedikleri bir hikayedir. Ama tarihi ve kuralları ayrı bir dünyaya dair sinema
filmi yapılacaksa edebiyat ve sinema arasındaki
bu dostluğun daha da hassas bir hal alabileceği de göz önüne alınmalıdır.
Edebiyatın üç
gözde yaratımının sinemaya uyarlanmasında ortaya çıkan sonuçları inceledik.
Sonuç olarak şöyle diyebiliriz sanırım: İster edebiyat ister sinema olsun,
hikâye yaratmak çok ince ayarları olan, iyi bir ekibi ve zamanın harcanmasını
gerektiren birçok kişi, nesil ve olgunun
içine karıştığı, ciddilikle ele alınması gereken bir durumdur.
gözde yaratımının sinemaya uyarlanmasında ortaya çıkan sonuçları inceledik.
Sonuç olarak şöyle diyebiliriz sanırım: İster edebiyat ister sinema olsun,
hikâye yaratmak çok ince ayarları olan, iyi bir ekibi ve zamanın harcanmasını
gerektiren birçok kişi, nesil ve olgunun
içine karıştığı, ciddilikle ele alınması gereken bir durumdur.
**