Bir tür 2014’ün en iyi kitapları listesine pek de benzemeyen bu yazı, kişisel bir değerlendirme olmakla birlikte bir toplu kitap incelemesi olarak da okunabilir.
Elbette
“en iyi kitaplar” gibi yanlış ve ne
okuma zevkine, ne bilimselliğe sığan bir liste değil bu. Tamamen kişisel okuma
listemden derlediğim notları içeriyor. Şimdi yazarken bana da inandırıcı
gelmiyor ama yaklaşık yazın başından beri okuyup da orasına burasına inceleme
notları aldığım halde bilgisayar başına geçip yazamadığım kitaplar var. Bireysel
ve toplumsal anlamda zor geçen ve uzun süren bir yıldan sonra, hakkında iki üç
söz söylemek istediğim kitapların incelemesini 2015’e bırakmak ne kadar verimli
bilemiyorum ama neyse ki kitaplar her zaman güncel.
“en iyi kitaplar” gibi yanlış ve ne
okuma zevkine, ne bilimselliğe sığan bir liste değil bu. Tamamen kişisel okuma
listemden derlediğim notları içeriyor. Şimdi yazarken bana da inandırıcı
gelmiyor ama yaklaşık yazın başından beri okuyup da orasına burasına inceleme
notları aldığım halde bilgisayar başına geçip yazamadığım kitaplar var. Bireysel
ve toplumsal anlamda zor geçen ve uzun süren bir yıldan sonra, hakkında iki üç
söz söylemek istediğim kitapların incelemesini 2015’e bırakmak ne kadar verimli
bilemiyorum ama neyse ki kitaplar her zaman güncel.
Hem
Koray olarak, hem KalemKahveKlavye
olarak, herhangi bir türde metni buraya koyarken, herhangi bir edebiyat
“türünün, akımının, ideolojisinin” bayrak tutanı değil de mümkün mertebe eser
merkezli bir yaklaşıma sahip olmaya çalıştığım-ız için, bir konuyu veya eseri
ele alırken “bu çok popüler, bu çok yeraltı” gibi saplantılara sahip
değilim/değiliz. Bir ürünün/konunun olumlu ve olumsuz yanlarını aynı oranda ortaya
koymaya, hatta küçük bir ekip ve “butik” bir üretim planımız olduğu için bize
“incelenmeye, hakkında konuşmaya değer” gelen ve tabii zamanlama olarak okumaya
yetişebildiğimiz eserlere öncelik verebilmek durumundayız.
Koray olarak, hem KalemKahveKlavye
olarak, herhangi bir türde metni buraya koyarken, herhangi bir edebiyat
“türünün, akımının, ideolojisinin” bayrak tutanı değil de mümkün mertebe eser
merkezli bir yaklaşıma sahip olmaya çalıştığım-ız için, bir konuyu veya eseri
ele alırken “bu çok popüler, bu çok yeraltı” gibi saplantılara sahip
değilim/değiliz. Bir ürünün/konunun olumlu ve olumsuz yanlarını aynı oranda ortaya
koymaya, hatta küçük bir ekip ve “butik” bir üretim planımız olduğu için bize
“incelenmeye, hakkında konuşmaya değer” gelen ve tabii zamanlama olarak okumaya
yetişebildiğimiz eserlere öncelik verebilmek durumundayız.
Geçtiğimiz
yıllarda nispeten popüler olan eser ve yazarların bizim listelerimizde yer
alması da bunun sonucuydu, aşağıdaki listede nispeten popüler olmayan veya
“yeraltı” diye nitelendirilen eserlerin yer almış olması da bunun sonucu.
yıllarda nispeten popüler olan eser ve yazarların bizim listelerimizde yer
alması da bunun sonucuydu, aşağıdaki listede nispeten popüler olmayan veya
“yeraltı” diye nitelendirilen eserlerin yer almış olması da bunun sonucu.
Başta
da belirttiğim üzere, bu “2014’te çıkan
kitaplar”dan benim rast geldiğim, okuma listeme almaya zaman ve imkan
yarattığım kitapların sadece bir kısmı bu listede. Bazılarının incelemelerini
geçen yılın başında yazdım, bazılarınınki de bu uzun sürecek olan yazıya kaldı.
da belirttiğim üzere, bu “2014’te çıkan
kitaplar”dan benim rast geldiğim, okuma listeme almaya zaman ve imkan
yarattığım kitapların sadece bir kısmı bu listede. Bazılarının incelemelerini
geçen yılın başında yazdım, bazılarınınki de bu uzun sürecek olan yazıya kaldı.
Kitaplardan
bahsederken bir “kitap incelemesi, edebiyat eleştirisi” mantığıyla eğileceğim
için uzun sürecek olan bu yazıyı parça parça okumanızda zarar olmayacaktır. Her
türde yorumlarınızı en aşağıdan iletmekten çekinmeyin.
bahsederken bir “kitap incelemesi, edebiyat eleştirisi” mantığıyla eğileceğim
için uzun sürecek olan bu yazıyı parça parça okumanızda zarar olmayacaktır. Her
türde yorumlarınızı en aşağıdan iletmekten çekinmeyin.
Benim
İçin “En İyi Kitaplar”
Türkiye’de
pek çok alanda olduğu gibi kitap “endüstri”sini de avcunun içine almış o çok
okunan platformlar, sürekli “en iyi kitaplar” dedikçe canımdan can gidiyor.
Geçmiş yıllarda bu daha fazlaydı, neyse ki şimdi biraz törpülendi. Adama
sorarlar, “Neye göre en iyisi annem?” diye. Sen akademik anlamda ne kadar derin
bir okuyucusun ki kendi adını bile kullanmadan yılın en iyilerini azami 100 maddeye
sığdırıp, onu da çoğunun içeriğinden bihaber olarak yapıp, geri kalanları elinin
tersiyle itebiliyorsun? Yazının başından beri “okumaya yetişebildiğim, rast
geldiğim” ifadelerini seçmemin sebebi bu hataya düşmemek. Bu kısmın
başlığındaki “benim için” ibaresi de…
pek çok alanda olduğu gibi kitap “endüstri”sini de avcunun içine almış o çok
okunan platformlar, sürekli “en iyi kitaplar” dedikçe canımdan can gidiyor.
Geçmiş yıllarda bu daha fazlaydı, neyse ki şimdi biraz törpülendi. Adama
sorarlar, “Neye göre en iyisi annem?” diye. Sen akademik anlamda ne kadar derin
bir okuyucusun ki kendi adını bile kullanmadan yılın en iyilerini azami 100 maddeye
sığdırıp, onu da çoğunun içeriğinden bihaber olarak yapıp, geri kalanları elinin
tersiyle itebiliyorsun? Yazının başından beri “okumaya yetişebildiğim, rast
geldiğim” ifadelerini seçmemin sebebi bu hataya düşmemek. Bu kısmın
başlığındaki “benim için” ibaresi de…
Açıkçası
bu yıl popüler ve büyük ölçekli yayınevlerinden çıkan kitaplar, nispeten
“alternatif” sayılan yayınevlerinin edebi olgunluğuna ve tadına erişemedi benim
için. Gerçi bu durumu genele de yayabiliriz. Bunu romanlar için söylüyorum,
öykülerde ise maalesef durum daha vahim. Öykü konusuna sonra geleceğim,
anlatmaya romanlardan başlamak istiyorum.
bu yıl popüler ve büyük ölçekli yayınevlerinden çıkan kitaplar, nispeten
“alternatif” sayılan yayınevlerinin edebi olgunluğuna ve tadına erişemedi benim
için. Gerçi bu durumu genele de yayabiliriz. Bunu romanlar için söylüyorum,
öykülerde ise maalesef durum daha vahim. Öykü konusuna sonra geleceğim,
anlatmaya romanlardan başlamak istiyorum.
Kadıköy
Menşeili Yazarlar: Şenol Erdoğan ve Üstüngel Arı
Bu
yıl okuduğum romanlar arasında hafızamın ön saflarında yer tutan ve büyük
ölçekli yayınevlerinden çıkan, eskiden beri sevdiğim yazarları şöyle bir kenara
iten iki isim oldu: Üstüngel Arı ve Şenol
Erdoğan.
yıl okuduğum romanlar arasında hafızamın ön saflarında yer tutan ve büyük
ölçekli yayınevlerinden çıkan, eskiden beri sevdiğim yazarları şöyle bir kenara
iten iki isim oldu: Üstüngel Arı ve Şenol
Erdoğan.
Altıkırkbeş’in
bu yıl yayımladığı iki nadide eseri ilerleyen başlıklarda anlatacağım, ancak
roman başlığında önce Şenol Erdoğan’ın “Göl” kitabından bahsetmek istiyorum.
bu yıl yayımladığı iki nadide eseri ilerleyen başlıklarda anlatacağım, ancak
roman başlığında önce Şenol Erdoğan’ın “Göl” kitabından bahsetmek istiyorum.
Her
ne kadar hacmen romandan ziyade “novella” denilebilecek olsa da laf kalabalığı
yapmamak için romanlar altına aldığım Göl’ün benim için en ağır basan özelliği
bir atmosfer yaratması oldu. Gerçekten de bir şekilde kalem tutmaya, disiplinle
yazmaya kendini alıştıran herkesin, yeteneği yoksa bile belli bir standartta
eserler çıkarması doğaldır. Ama bir eserde atmosfer oluşturmak, bu atmosferi
yalnızca tasvirlerle tarif ederek değil, kelime seçimlerine, olay akışına ve içeriğe
sinene kadar başarıyla oluşturmak çok zor bir iş. Göl, anlatıcının intihar
etmek üzere geldiği bir göl evinde geçiyor. Bu ev, ailesinin ve kendisinin de
geçmiş günlerinin yaşandığı fakat anlatıcının aidiyetine kapılamadığı bir mekan
olarak bir süre sonra hikayenin neredeyse kahramanı haline geliyor. Özellikle
kurgu itibariyle çok beğendiğim ve heyecanlandığım, ama hikayede sakince
anlatılan bir kırılma noktası var ki “spoiler” olmasın diye buraya
yazmayacağım. Şenol Erdoğan’ın, anlamı içinde boğmayan ve hikayeye hak ettiği
lirizmi de, nihilizmi de aynı oranda katabilen ritmi de ayrı bir olumluluk
unsuru.
ne kadar hacmen romandan ziyade “novella” denilebilecek olsa da laf kalabalığı
yapmamak için romanlar altına aldığım Göl’ün benim için en ağır basan özelliği
bir atmosfer yaratması oldu. Gerçekten de bir şekilde kalem tutmaya, disiplinle
yazmaya kendini alıştıran herkesin, yeteneği yoksa bile belli bir standartta
eserler çıkarması doğaldır. Ama bir eserde atmosfer oluşturmak, bu atmosferi
yalnızca tasvirlerle tarif ederek değil, kelime seçimlerine, olay akışına ve içeriğe
sinene kadar başarıyla oluşturmak çok zor bir iş. Göl, anlatıcının intihar
etmek üzere geldiği bir göl evinde geçiyor. Bu ev, ailesinin ve kendisinin de
geçmiş günlerinin yaşandığı fakat anlatıcının aidiyetine kapılamadığı bir mekan
olarak bir süre sonra hikayenin neredeyse kahramanı haline geliyor. Özellikle
kurgu itibariyle çok beğendiğim ve heyecanlandığım, ama hikayede sakince
anlatılan bir kırılma noktası var ki “spoiler” olmasın diye buraya
yazmayacağım. Şenol Erdoğan’ın, anlamı içinde boğmayan ve hikayeye hak ettiği
lirizmi de, nihilizmi de aynı oranda katabilen ritmi de ayrı bir olumluluk
unsuru.
**
Üstüngel Arı’ya gelince, bir ilk kitabın ne kadar iyi
yazılabileceğinin örneği olduğunu söyleyerek söze başlamak gerek. Esen Kitap etiketiyle sonbahar
döneminde yayımlanan “Hikâyesi Olan
Ölüler”, çeşitli fanzin ve dergilerin yanı sıra At Kafası kadrosundan da olan Üstüngel Arı’nın ilk romanı olmasına
rağmen bilmeyen için hiç de öyle gelmeyecektir. Son kuşağı yeni yakalayan ve
bir sonraki kuşağın temel taşları arasında olacağından kuşku duymadığım
Üstüngel Arı; hayran olunan yazarların gölgesi altında yazılagelen son 15 yılın
“ilk kitapları”ndan sıyrılıyor. Hiçbir özentilik, aşırı cool’luk ya da aşırı doğallık, küstahlık olmaksızın kaleme alınan
“Hikâyesi Olan Ölüler”, çok bayılınan mecraların 2014 listesine girmedi ve bu
da o listelerin çok da ciddiye alınmaması gerektiğinin önemli bir işareti
kanımca.
yazılabileceğinin örneği olduğunu söyleyerek söze başlamak gerek. Esen Kitap etiketiyle sonbahar
döneminde yayımlanan “Hikâyesi Olan
Ölüler”, çeşitli fanzin ve dergilerin yanı sıra At Kafası kadrosundan da olan Üstüngel Arı’nın ilk romanı olmasına
rağmen bilmeyen için hiç de öyle gelmeyecektir. Son kuşağı yeni yakalayan ve
bir sonraki kuşağın temel taşları arasında olacağından kuşku duymadığım
Üstüngel Arı; hayran olunan yazarların gölgesi altında yazılagelen son 15 yılın
“ilk kitapları”ndan sıyrılıyor. Hiçbir özentilik, aşırı cool’luk ya da aşırı doğallık, küstahlık olmaksızın kaleme alınan
“Hikâyesi Olan Ölüler”, çok bayılınan mecraların 2014 listesine girmedi ve bu
da o listelerin çok da ciddiye alınmaması gerektiğinin önemli bir işareti
kanımca.
Anlatıcı
kahramanımız Bilen Okur, babasını öldürüp de ondan yardım isteyen Cem, Bilen’in
büyük aşkı Ofelya gibi berrak görünümlü kahramanların yanı sıra kendisine
ayrılan geniş yere rağmen yine de karakter özelliği olarak “karanlıkta” kalan
Kolsuz adlı kahramanımız, romanın unsurlarından sadece birkaçı. Sıkı bir genel
kültür birikimiyle yazıldığı belli olan anlatımı, 1980 darbesine kadar giden
yan hikayeleri, kahramanların çocukluk anıları derken, daha önce de söylediğim
gibi “başlayınca bitirilmeden bırakılmayan” bir kitap çıkmış. 2014’ten bana
kalan en iyi romanlardan ve Üstüngel’in
kaleminden çıkacak olan daha iyilerinin de habercisi.
kahramanımız Bilen Okur, babasını öldürüp de ondan yardım isteyen Cem, Bilen’in
büyük aşkı Ofelya gibi berrak görünümlü kahramanların yanı sıra kendisine
ayrılan geniş yere rağmen yine de karakter özelliği olarak “karanlıkta” kalan
Kolsuz adlı kahramanımız, romanın unsurlarından sadece birkaçı. Sıkı bir genel
kültür birikimiyle yazıldığı belli olan anlatımı, 1980 darbesine kadar giden
yan hikayeleri, kahramanların çocukluk anıları derken, daha önce de söylediğim
gibi “başlayınca bitirilmeden bırakılmayan” bir kitap çıkmış. 2014’ten bana
kalan en iyi romanlardan ve Üstüngel’in
kaleminden çıkacak olan daha iyilerinin de habercisi.
Kitabın
bir de fragmanı var, izleyin…
bir de fragmanı var, izleyin…
Yılın
Sağlam Açılışı: İhsan Oktay Anar’dan Galîz Kahraman
2014 için iyi bir açılış
haberi İhsan Oktay Anar’dan gelmişti. 17 Ocak’ta İletişim Yayınları etiketiyle
raflara çıkan Galîz Kahraman,
her ne kadar içerik itibariyle alışık olduğumuz Anar romanlarından değilse de üslup,
kurgu ve dil olarak okuyucuyu sımsıkı tutan bir roman oldu. Süreci takip
edemedim fakat en son, Anar’ın artık roman yazmayabileceği açıklamasını de
romanın hemen ardından öğrenmiş olmak üzücüydü. Yine de, aslında önemli ve bence
“büyük” bir yazar olmanın işaretlerinden biriydi Anar’ın bu tavrı.
haberi İhsan Oktay Anar’dan gelmişti. 17 Ocak’ta İletişim Yayınları etiketiyle
raflara çıkan Galîz Kahraman,
her ne kadar içerik itibariyle alışık olduğumuz Anar romanlarından değilse de üslup,
kurgu ve dil olarak okuyucuyu sımsıkı tutan bir roman oldu. Süreci takip
edemedim fakat en son, Anar’ın artık roman yazmayabileceği açıklamasını de
romanın hemen ardından öğrenmiş olmak üzücüydü. Yine de, aslında önemli ve bence
“büyük” bir yazar olmanın işaretlerinden biriydi Anar’ın bu tavrı.
Galîz Kahraman incelemesi yine kitabın yayımlandığı haftalarda akademik bir yaklaşımla,
tarafımdan kaleme alınmıştı.
tarafımdan kaleme alınmıştı.
Emrah
Serbes- Deliduman ve Hakan Bıçakçı- Doğa Tarihi
Bu
iki romanı aynı başlığa alma sebebim, daha ilk okuduğum sıralarda içerik itibariyle
ister istemez karşılaştırmalı olarak okumuş olmam.
iki romanı aynı başlığa alma sebebim, daha ilk okuduğum sıralarda içerik itibariyle
ister istemez karşılaştırmalı olarak okumuş olmam.
Emrah Serbes’in Deliduman’ı hakkında Selim İleri “Emrah Serbes’eAçık Mektup” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Bu yazıyı açıkçası pek ciddiye
alamadım. Henüz romanı bitirmeden, çok da fazla insan kitap hakkında bir şey
söylemeden önce ilk söyleyenlerden olmak için kaleme alınan, heveskâr,
heyecanlı ve çiğ bir yazı. Selim İleri’yi sevenler kızabilir ama bunca yıldır
edebiyatın “köşelerini tutan” bir yazarın, daha sona ermemiş ve üzerine
düşünülmeye zaman bırakılmamış kitabı hakkında herkesten önce söz söyleme
çabası ne bilimsel, ne de edebi bir tavır. Belki önyargılıyımdır ama yazıya
sinen “Ben beğendiysem iyidir, mutlaka ben de sözümü söylemeliyim” tavrı beni
rahatsız etti.
alamadım. Henüz romanı bitirmeden, çok da fazla insan kitap hakkında bir şey
söylemeden önce ilk söyleyenlerden olmak için kaleme alınan, heveskâr,
heyecanlı ve çiğ bir yazı. Selim İleri’yi sevenler kızabilir ama bunca yıldır
edebiyatın “köşelerini tutan” bir yazarın, daha sona ermemiş ve üzerine
düşünülmeye zaman bırakılmamış kitabı hakkında herkesten önce söz söyleme
çabası ne bilimsel, ne de edebi bir tavır. Belki önyargılıyımdır ama yazıya
sinen “Ben beğendiysem iyidir, mutlaka ben de sözümü söylemeliyim” tavrı beni
rahatsız etti.
Gelgelelim,
yazıda bahsettiği “bugünün romanı” ifadesine katılmak zorundayım. Emrah Serbes,
Deliduman’da Gezi Direnişi
sürecinden beslenerek Yalova’dan İstanbul’a uzanan bir mahalle ve mahalle
insanı hikâyesi yazdı.
yazıda bahsettiği “bugünün romanı” ifadesine katılmak zorundayım. Emrah Serbes,
Deliduman’da Gezi Direnişi
sürecinden beslenerek Yalova’dan İstanbul’a uzanan bir mahalle ve mahalle
insanı hikâyesi yazdı.
Yakın
çevremdeki Emrah Serbes okurlarının, romanı öncekilerden zayıf bulmuş olmaları gibi
yorumlarını fazla duydum. Belki de Emrah Serbes’in önceki eserlerini biraz daha
içe dönük ve “karanlık” olarak nitelendirmeleri, belki de artık daha çok
okunur/tanınır hale gelmesinden duyulan rahatsızlıkla ilgilidir bu. Evet,
önceki eserlerine göre üslup olarak dipten yüzeye doğru çıkmış olabilir fakat
bu, Deliduman’ı zayıf bir roman yapmıyor. Her şeyden önce direnişin ekmeğini
yeme çabasıyla yazılan sayısız eser arasında direnişin tam da bağrından çıkan
bir yazarın kaleme alması ve bunu bir “devrimci romantizm” ile değil de olayın
çok uzağındaki kahramanların gözünden anlatması, gayet ölçülü ve başarılı bir
iş.
çevremdeki Emrah Serbes okurlarının, romanı öncekilerden zayıf bulmuş olmaları gibi
yorumlarını fazla duydum. Belki de Emrah Serbes’in önceki eserlerini biraz daha
içe dönük ve “karanlık” olarak nitelendirmeleri, belki de artık daha çok
okunur/tanınır hale gelmesinden duyulan rahatsızlıkla ilgilidir bu. Evet,
önceki eserlerine göre üslup olarak dipten yüzeye doğru çıkmış olabilir fakat
bu, Deliduman’ı zayıf bir roman yapmıyor. Her şeyden önce direnişin ekmeğini
yeme çabasıyla yazılan sayısız eser arasında direnişin tam da bağrından çıkan
bir yazarın kaleme alması ve bunu bir “devrimci romantizm” ile değil de olayın
çok uzağındaki kahramanların gözünden anlatması, gayet ölçülü ve başarılı bir
iş.
Ben
bir yazarın “muhafazakar okuyucu”su olmayı sınırlayıcı ve tehlikeli bulduğum
için Emrah Serbes’in “bozmaya başladığı” görüşlerine katılmıyorum. Böyle
düşünen arkadaşlara da iki tüyo vermek istiyorum: Toplumsal konuların
anlatıldığı romanları kapalı bir dil ve üslupla yazmak pek mümkün değildir.
Yazılır; yazılır ama toplumsalı anlatıp yine bireye hitap eden bir roman olur
ve bu da dönüp dolaşıp yine onun toplumsallığına zarar verir.
bir yazarın “muhafazakar okuyucu”su olmayı sınırlayıcı ve tehlikeli bulduğum
için Emrah Serbes’in “bozmaya başladığı” görüşlerine katılmıyorum. Böyle
düşünen arkadaşlara da iki tüyo vermek istiyorum: Toplumsal konuların
anlatıldığı romanları kapalı bir dil ve üslupla yazmak pek mümkün değildir.
Yazılır; yazılır ama toplumsalı anlatıp yine bireye hitap eden bir roman olur
ve bu da dönüp dolaşıp yine onun toplumsallığına zarar verir.
Bir
diğer tüyo da şu: Sıkı okuru, hatta fanatiği olduğunuz yazarın artık eskisi
gibi yazmadığına, yani “bozduğuna” karar vermeden önce en az iki eser yazmasını
bekleyin. Hem karşılaştırarak inceleme şansınız olur, hem de hayatınıza anlam
katan yazarı öyle bir kalemde gömmemiş olursunuz.
diğer tüyo da şu: Sıkı okuru, hatta fanatiği olduğunuz yazarın artık eskisi
gibi yazmadığına, yani “bozduğuna” karar vermeden önce en az iki eser yazmasını
bekleyin. Hem karşılaştırarak inceleme şansınız olur, hem de hayatınıza anlam
katan yazarı öyle bir kalemde gömmemiş olursunuz.
Kısacası
Deliduman, benim için yılın ve bu dönemin en iyi romanları arasında yer alıyor.
İleri’nin deyimiyle “bugünün romanını” yazarken sadece Gezi’ye veya siyasi
sürece sıkışıp kalmıyor. Sosyal medyanın, yetenek yarışmalarının, yerel
siyasetin, marka düşkünlüğünün ironisini çeviriyor. Yaklaşık son 10 yılın tüm
medya, sosyal medya ve siyasi geyiklerine yer veren Serbes, bunu bugünün günlük
konuşma tarzıyla, argolarıyla ve jargonlarıyla kayda geçirmiş. Eleştirisini tek
taraflı yapmadığını da görmek gerek. Biz internette kimi videolarda
tanımadığımız insanların gülünçlüklerine gülerken, Serbes işte o insanları onların
penceresinden yazmış.
Deliduman, benim için yılın ve bu dönemin en iyi romanları arasında yer alıyor.
İleri’nin deyimiyle “bugünün romanını” yazarken sadece Gezi’ye veya siyasi
sürece sıkışıp kalmıyor. Sosyal medyanın, yetenek yarışmalarının, yerel
siyasetin, marka düşkünlüğünün ironisini çeviriyor. Yaklaşık son 10 yılın tüm
medya, sosyal medya ve siyasi geyiklerine yer veren Serbes, bunu bugünün günlük
konuşma tarzıyla, argolarıyla ve jargonlarıyla kayda geçirmiş. Eleştirisini tek
taraflı yapmadığını da görmek gerek. Biz internette kimi videolarda
tanımadığımız insanların gülünçlüklerine gülerken, Serbes işte o insanları onların
penceresinden yazmış.
Gezi’den
bu yana güçlenerek özgün bir dönem algısı yaratan mizahı, elbette böyle bir
romanda kullanmak durumunda olan Emrah Serbes’in bu açıdan daha “piyasa” bir
roman yazdığını düşünmüyorum.
bu yana güçlenerek özgün bir dönem algısı yaratan mizahı, elbette böyle bir
romanda kullanmak durumunda olan Emrah Serbes’in bu açıdan daha “piyasa” bir
roman yazdığını düşünmüyorum.
İşte,
Hakan Bıçakçı’nın “Doğa Tarihi” kitabı da bugünü anlatan eserlerden bir diğeri.
İki romanın en temel farkları ve tarafımdan bir arada ele alınmasının sebebi
ise şöyle:
Hakan Bıçakçı’nın “Doğa Tarihi” kitabı da bugünü anlatan eserlerden bir diğeri.
İki romanın en temel farkları ve tarafımdan bir arada ele alınmasının sebebi
ise şöyle:
Emrah
Serbes, konularını bugünün bireyinin bakış açısından alıp toplumsal manzarayı
en iyi göreceğimiz ölçeğe kadar genişletiyor. Hakan Bıçakçı ise toplumsal
eleştirinin bakış açısından ve ağzından yazıyor ve bugünün dünyasında çıkmaza
giren bireyi anlatıyor.
Serbes, konularını bugünün bireyinin bakış açısından alıp toplumsal manzarayı
en iyi göreceğimiz ölçeğe kadar genişletiyor. Hakan Bıçakçı ise toplumsal
eleştirinin bakış açısından ve ağzından yazıyor ve bugünün dünyasında çıkmaza
giren bireyi anlatıyor.
Üslup
olarak bakıldığında her ne kadar iki romanda da akmakta olan olaylar olsa da;
Deliduman’daki akış daha hızlı ve daha aksiyonlu. Bıçakçı ise kısa bölümler
halinde yazdığı romanını, sanki birbirini izleyen “durum öyküleri”nden oluşturmuş.
Bu anlamda iki romanın da içeriklerine en uygun üslupları seçtiklerini
söyleyebilirim.
olarak bakıldığında her ne kadar iki romanda da akmakta olan olaylar olsa da;
Deliduman’daki akış daha hızlı ve daha aksiyonlu. Bıçakçı ise kısa bölümler
halinde yazdığı romanını, sanki birbirini izleyen “durum öyküleri”nden oluşturmuş.
Bu anlamda iki romanın da içeriklerine en uygun üslupları seçtiklerini
söyleyebilirim.
Hakan
Bıçakçı’nın kahramanı Doğa ve etrafındakiler, bugünün genişleyen, büyüyen, her
şeyin parmağımızın ucuna kadar geldiği kaotik dünyasının dar alanlarına her
anlamda sıkışan kahramanlar. Bıçakçı, anlatımını “tüketim” ve onun getirdiği “yabancılaşma”
üzerinden yaparken Serbes daha çok siyaset-birey üzerinden yapıyor. Bu yüzden Deliduman’ı
okurken ne kadar ferah ve kahkalar içindeysek Doğa Tarihi ‘ni okurken de bir o
kadar nefesimiz daralıyor. İkisi de birer başarı göstergesi.
Bıçakçı’nın kahramanı Doğa ve etrafındakiler, bugünün genişleyen, büyüyen, her
şeyin parmağımızın ucuna kadar geldiği kaotik dünyasının dar alanlarına her
anlamda sıkışan kahramanlar. Bıçakçı, anlatımını “tüketim” ve onun getirdiği “yabancılaşma”
üzerinden yaparken Serbes daha çok siyaset-birey üzerinden yapıyor. Bu yüzden Deliduman’ı
okurken ne kadar ferah ve kahkalar içindeysek Doğa Tarihi ‘ni okurken de bir o
kadar nefesimiz daralıyor. İkisi de birer başarı göstergesi.
Kariyer
hırsının, sahte sevecenliklerin sindiği plazaların, dip dibe yaşadığı halde
tanışmayan komşuların yeni nesil yaşam alanı olan residence’ların, tek tipleşmenin, tüketimin, markaların,
yabancılaşma ve yozlaşmanın arasında küçülmüş, boğulmuş, kendi olan her şeyden
kopmuş kahraman(lar)ı anlatan Doğa Tarihi’ni, bilmeyen için şu cümleyle tanıtabilirim:
hırsının, sahte sevecenliklerin sindiği plazaların, dip dibe yaşadığı halde
tanışmayan komşuların yeni nesil yaşam alanı olan residence’ların, tek tipleşmenin, tüketimin, markaların,
yabancılaşma ve yozlaşmanın arasında küçülmüş, boğulmuş, kendi olan her şeyden
kopmuş kahraman(lar)ı anlatan Doğa Tarihi’ni, bilmeyen için şu cümleyle tanıtabilirim:
“Rahat görünen, eşofmanımsı bir şeyler
giymişti. Rahat etmek istediği için değil, rahat görünmek istediği için.”
(Hakan Bıçakçı, Doğa Tarihi,
İletişim Yayınları, 2014, s.114)
giymişti. Rahat etmek istediği için değil, rahat görünmek istediği için.”
(Hakan Bıçakçı, Doğa Tarihi,
İletişim Yayınları, 2014, s.114)
Her
iki kitabın da İletişim Yayınları etiketiyle basıldığını belirtelim.
iki kitabın da İletişim Yayınları etiketiyle basıldığını belirtelim.
Beşir
Fuad’dan İlhamla: Gölgeler ve Hayaller Şehrinde
Murat
Gülsoy’un geçen yılın başlarında Can
Yayınları tarafından yayımlanan son romanı “Gölgeler ve Hayaller Şehrinde”,
bilenlerin en çok intiharı ile bildiği Beşir Fuad’dan ilhamla yazılan bir dönem
romanı. Osmanlı’nın son yıllarına doğru seyrettiği buhranlı bir dönemin
insanlarını hem İstanbul’un içindeki, hem de dışarıdan gelmiş birinin gözünden
anlatan roman ile ilgili vaktiyle yazdığım incelemeyi okuyabilirsiniz.
Gülsoy’un geçen yılın başlarında Can
Yayınları tarafından yayımlanan son romanı “Gölgeler ve Hayaller Şehrinde”,
bilenlerin en çok intiharı ile bildiği Beşir Fuad’dan ilhamla yazılan bir dönem
romanı. Osmanlı’nın son yıllarına doğru seyrettiği buhranlı bir dönemin
insanlarını hem İstanbul’un içindeki, hem de dışarıdan gelmiş birinin gözünden
anlatan roman ile ilgili vaktiyle yazdığım incelemeyi okuyabilirsiniz.
Sezgin
Kaymaz’dan 1 Yılda 2 Kitap
Önceki
yıl “Kün” romanı ile okumalara
doyamadığım Sezgin Kaymaz, “yazı
makinası” lakaplı Ahmet Midhat Efendi’yi aklıma getiriyor ister istemez. Fakat
Ahmet Midhat’ın yüzeyselliğinde kalmadan, özellikle çok kahramanlı romanları
yazmadaki başarısı, Kaymaz’ı benim için hem toplamda en iyi yazarlardan, hem de
bu yılın en iyi kitaplarından ikisinin sahiplerinden yapıyor.
yıl “Kün” romanı ile okumalara
doyamadığım Sezgin Kaymaz, “yazı
makinası” lakaplı Ahmet Midhat Efendi’yi aklıma getiriyor ister istemez. Fakat
Ahmet Midhat’ın yüzeyselliğinde kalmadan, özellikle çok kahramanlı romanları
yazmadaki başarısı, Kaymaz’ı benim için hem toplamda en iyi yazarlardan, hem de
bu yılın en iyi kitaplarından ikisinin sahiplerinden yapıyor.
Bir
üçleme olarak başladığı Sevinç Kuşları
serisinin ilk kitabı olan “Deccal’in Hatırı”nı yılın başında, ikinci kitabı
olan “Kısas”ı ile yıl sonunda İletişim Yayınları etiketiyle yayımladı.
Henüz ikincisini okumadığım serinin ilk kitabının da olduğu “Bir Varoluş Biçimi Olarak Aşk” kısa incelemesini okuyabilirsiniz.
üçleme olarak başladığı Sevinç Kuşları
serisinin ilk kitabı olan “Deccal’in Hatırı”nı yılın başında, ikinci kitabı
olan “Kısas”ı ile yıl sonunda İletişim Yayınları etiketiyle yayımladı.
Henüz ikincisini okumadığım serinin ilk kitabının da olduğu “Bir Varoluş Biçimi Olarak Aşk” kısa incelemesini okuyabilirsiniz.
Siren’den
Sansürsüz “Oğlak Dönencesi”
2014’ün
en nitelikli ve tatlı işlerinden birisi de vaktiyle ardı ardına sansürlere maruz kalan Henry Miller ‘ın
Oğlak Dönencesi‘nin Siren Yayınları tarafından tamamen sansürsüz yayımlanmış
olması. Kitabın sansür hikayesini ŞURADAN okuyabilirsiniz.
en nitelikli ve tatlı işlerinden birisi de vaktiyle ardı ardına sansürlere maruz kalan Henry Miller ‘ın
Oğlak Dönencesi‘nin Siren Yayınları tarafından tamamen sansürsüz yayımlanmış
olması. Kitabın sansür hikayesini ŞURADAN okuyabilirsiniz.
Yalnızca
Türkiye’de değil, yayımlandığı yabancı ülkelerde de sansürlerle boğuşan Oğlak
Dönencesi, Henry Miller’ın Yengeç Dönencesi kitabının devamı niteliğinde
olmakla birlikte bağımsız da okunabilen, edebi üslubunu sahte bir lirizme
tutsak etmemiş, bireyselliğin doruklarında yol alırken toplumsallığın her
ölçeğini tokatlar içinde bırakan, karanlık ve sarsıcı bir kitap. Siren
Yayınları’ndan çıkan baskısında Avi Pardo çevirisinin olması da bu baskıyı
önemli kılan unsurlardan birisi.
Türkiye’de değil, yayımlandığı yabancı ülkelerde de sansürlerle boğuşan Oğlak
Dönencesi, Henry Miller’ın Yengeç Dönencesi kitabının devamı niteliğinde
olmakla birlikte bağımsız da okunabilen, edebi üslubunu sahte bir lirizme
tutsak etmemiş, bireyselliğin doruklarında yol alırken toplumsallığın her
ölçeğini tokatlar içinde bırakan, karanlık ve sarsıcı bir kitap. Siren
Yayınları’ndan çıkan baskısında Avi Pardo çevirisinin olması da bu baskıyı
önemli kılan unsurlardan birisi.
Bir
Grafik Roman Örneği
Çizgi
roman, hatta grafik roman olsa da romanlar arasında yer alması gereken, “Emanet
Şehir”i de unutmamak gerek. Levent
Cantek ve Berat Pekmezci’nin ortak çalışması olan Emanet Şehir, Demokrat Parti
sürecinin Ankara ruhunu, bireylerin yaşantıları içerisinden anlatıyor. Daha
detaylı bir Emanet Şehir incelemesi de KKK’da mevcut.
roman, hatta grafik roman olsa da romanlar arasında yer alması gereken, “Emanet
Şehir”i de unutmamak gerek. Levent
Cantek ve Berat Pekmezci’nin ortak çalışması olan Emanet Şehir, Demokrat Parti
sürecinin Ankara ruhunu, bireylerin yaşantıları içerisinden anlatıyor. Daha
detaylı bir Emanet Şehir incelemesi de KKK’da mevcut.
**
Her
ne kadar 2013’ün son ayında çıksa da 2014’ün romanları arasında
değerlendirebileceğimiz Esra Pekin’in Lilith’ten sonraki ikinci romanı
“Babaannemin Usturası”nı da unutmamak gerek. KKK üzerinde Gezginci Erdem
kaleminden bir “Babaannemin Usturası” incelemesi ve ayrıca bir Esra Pekin röportajı mevcut. Şanslı Esra Pekin okuyucuları ayrıca KKK Dergi’nin 3.sayısına
konuk olan yazarın ilk kez yayımlanan bir öyküsünü de okudular.
ne kadar 2013’ün son ayında çıksa da 2014’ün romanları arasında
değerlendirebileceğimiz Esra Pekin’in Lilith’ten sonraki ikinci romanı
“Babaannemin Usturası”nı da unutmamak gerek. KKK üzerinde Gezginci Erdem
kaleminden bir “Babaannemin Usturası” incelemesi ve ayrıca bir Esra Pekin röportajı mevcut. Şanslı Esra Pekin okuyucuları ayrıca KKK Dergi’nin 3.sayısına
konuk olan yazarın ilk kez yayımlanan bir öyküsünü de okudular.
**
Öykü
Kitaplarında Durum
Bu
bölümde söyleyeceklerimden sonra bana kızılması, darılınması hatta benim
edebiyattan ve kitaplardan habersiz bir adam yerine konulmam çok muhtemel.
Aksini söylemek için bazı 2014 öykü
kitaplarını baştan alarak inceledim, okudum ama fikrim değişmedi.
Okumadıklarımı elbette kapsamıyor söylediklerim.
bölümde söyleyeceklerimden sonra bana kızılması, darılınması hatta benim
edebiyattan ve kitaplardan habersiz bir adam yerine konulmam çok muhtemel.
Aksini söylemek için bazı 2014 öykü
kitaplarını baştan alarak inceledim, okudum ama fikrim değişmedi.
Okumadıklarımı elbette kapsamıyor söylediklerim.
Konuyu
kitap incelemelerinden birazcık çıkarıp “öykücülük” konusuna getirmek
istiyorum. Nesnel bir metin kaleme alsaydım bu kadar cüretkar yazamazdım belki
ama tamamen kişisel bir metin yazdığım için riski sırtlıyorum.
kitap incelemelerinden birazcık çıkarıp “öykücülük” konusuna getirmek
istiyorum. Nesnel bir metin kaleme alsaydım bu kadar cüretkar yazamazdım belki
ama tamamen kişisel bir metin yazdığım için riski sırtlıyorum.
Kişisel
olarak “iyi öykü” dendiğinde belli birkaç kıstasım var, aslında hepimizde olan
kıstaslar… Öykü, bir olay akışı içermeli ve olayın “niteliğine” göre bir dil
kullanmalı. Bu bir seçenek.. Bir başka seçenek de son yılların bir yazma
yöntemi olarak, olaydan ziyade dilin öne çıkarılması. Bu ikincisi gerçekten bir
yetenek isteyen, riskli bir seçenek. Yani son derece basitleştirirsek elimizde
iki temel unsur var: Olay ve dil. İyi öykücü denildiği zaman aklımıza gelen tüm
eski ve yeni yazarların başarısı, işte bu iki unsuru özgün bir başarıyla
paralelize edebilmiş olmaları bence.
olarak “iyi öykü” dendiğinde belli birkaç kıstasım var, aslında hepimizde olan
kıstaslar… Öykü, bir olay akışı içermeli ve olayın “niteliğine” göre bir dil
kullanmalı. Bu bir seçenek.. Bir başka seçenek de son yılların bir yazma
yöntemi olarak, olaydan ziyade dilin öne çıkarılması. Bu ikincisi gerçekten bir
yetenek isteyen, riskli bir seçenek. Yani son derece basitleştirirsek elimizde
iki temel unsur var: Olay ve dil. İyi öykücü denildiği zaman aklımıza gelen tüm
eski ve yeni yazarların başarısı, işte bu iki unsuru özgün bir başarıyla
paralelize edebilmiş olmaları bence.
Bugün
ise durum biraz değişti. Bir yanda tamamen olaya ağırlık verip dil olarak
yavan, tatsız tuzsuz eserler var. Bu olabilir, kimse “edebi” veya “şairane”
olmak zorunda değil. İyi bir kurgu ve ilginç bir olay akışı ile de iyi öykü
yazılabilir fakat bu sefer de çarpıcı bir öykü ya da en azından sağlam bir
final, bir sonuç veya akış çıkmıyor karşımıza. Olaylar akıyor, anlatılıyor,
araya birkaç bilindik söz öbekleri serpiliyor, ama bittiğinde ister istemez
“Ee?” demekten kendini alamıyor okuyucu. Sel Yayınları’ndan çıkan Melisa Kesmez imzalı “Atları Bağlayın, Geceyi Burada Geçireceğiz”
ile İletişim Yayınları etiketli ve Gaye
Boralıoğlu imzalı “Mübarek Kadınlar”,
her ikisi de beklentimin yüksek olmasına rağmen 2014 yılında bu tarife
sokabileceğim kitaplar oldu. Kesmez’in kitabının adı bile çok çekiciydi, ama
aynı çekiciliği içeriğinde bulamadım. Boralıoğlu ise “kadın hikayeleri”
anlatması itibariyle değerli fakat varolan yığınının ötesine
geçemedi benim için.
ise durum biraz değişti. Bir yanda tamamen olaya ağırlık verip dil olarak
yavan, tatsız tuzsuz eserler var. Bu olabilir, kimse “edebi” veya “şairane”
olmak zorunda değil. İyi bir kurgu ve ilginç bir olay akışı ile de iyi öykü
yazılabilir fakat bu sefer de çarpıcı bir öykü ya da en azından sağlam bir
final, bir sonuç veya akış çıkmıyor karşımıza. Olaylar akıyor, anlatılıyor,
araya birkaç bilindik söz öbekleri serpiliyor, ama bittiğinde ister istemez
“Ee?” demekten kendini alamıyor okuyucu. Sel Yayınları’ndan çıkan Melisa Kesmez imzalı “Atları Bağlayın, Geceyi Burada Geçireceğiz”
ile İletişim Yayınları etiketli ve Gaye
Boralıoğlu imzalı “Mübarek Kadınlar”,
her ikisi de beklentimin yüksek olmasına rağmen 2014 yılında bu tarife
sokabileceğim kitaplar oldu. Kesmez’in kitabının adı bile çok çekiciydi, ama
aynı çekiciliği içeriğinde bulamadım. Boralıoğlu ise “kadın hikayeleri”
anlatması itibariyle değerli fakat varolan yığınının ötesine
geçemedi benim için.
Olay
akışında boğulan bu kitapların yanı sıra bir de dilde boğulan kitaplar var. Dediğim
gibi, dili son derece ustalıkla, özgün bir ritimle kullanarak da iyi öyküler
ortaya koymak mümkün. Toptaş’ın roman ve öykü ayırmaksızın tüm metinlerinde
bunun örneğini görürüz mesela. O kadar iyi ve özgündür ki yer yer romanın
kahramanları ve olayları geri çekilir ve dili, kahramanı haline gelmeye başlar.
Oysa son dönem öykülerinde dile ağırlık verenlerin bu seçimleri maalesef vasat
örnekler olarak kalıyor. Tabii burada şu açık kapıyı bırakmak zorundayım: Lirik
ve/veya imgesel metinleri seven okurların sayısı çok fazla. Belki de ben bir
okuyucu olarak, lirizme boğulan üsluplardan kaçtığım için bu kadar köşeli
davranıyorum. Bu açıdan maalesef sürekli Toptaş’ı andırmasına rağmen bir türlü
bir farklılık parıltısı göremediğim, fakat yine de kurgu itibariyle başarısının
hakkını vermek durumunda olduğum Bora
Abdo’nun “Bizi Çağanoz Diye Biri
Öldürdü” kitabı ile seçtiği konularda ve bakış açılarındaki özgünlüğe
rağmen bu özgünlüğü dilinin ağır lirizminde boğan Nazlı Karabıyıkoğlu’nun “Olivya
Çıkmazı”nı bu kısım içerisinde sayabilirim. İlkinin Doğan Kitap, ikincisinin Alakarga Yayınları tarafından
basıldığını da ekleyeyim.
akışında boğulan bu kitapların yanı sıra bir de dilde boğulan kitaplar var. Dediğim
gibi, dili son derece ustalıkla, özgün bir ritimle kullanarak da iyi öyküler
ortaya koymak mümkün. Toptaş’ın roman ve öykü ayırmaksızın tüm metinlerinde
bunun örneğini görürüz mesela. O kadar iyi ve özgündür ki yer yer romanın
kahramanları ve olayları geri çekilir ve dili, kahramanı haline gelmeye başlar.
Oysa son dönem öykülerinde dile ağırlık verenlerin bu seçimleri maalesef vasat
örnekler olarak kalıyor. Tabii burada şu açık kapıyı bırakmak zorundayım: Lirik
ve/veya imgesel metinleri seven okurların sayısı çok fazla. Belki de ben bir
okuyucu olarak, lirizme boğulan üsluplardan kaçtığım için bu kadar köşeli
davranıyorum. Bu açıdan maalesef sürekli Toptaş’ı andırmasına rağmen bir türlü
bir farklılık parıltısı göremediğim, fakat yine de kurgu itibariyle başarısının
hakkını vermek durumunda olduğum Bora
Abdo’nun “Bizi Çağanoz Diye Biri
Öldürdü” kitabı ile seçtiği konularda ve bakış açılarındaki özgünlüğe
rağmen bu özgünlüğü dilinin ağır lirizminde boğan Nazlı Karabıyıkoğlu’nun “Olivya
Çıkmazı”nı bu kısım içerisinde sayabilirim. İlkinin Doğan Kitap, ikincisinin Alakarga Yayınları tarafından
basıldığını da ekleyeyim.
Burada,
bütünüyle öykü sayılmasa da öyküden daha net bir türe sığdıramayacağım iki
kitabı anmak isterim. “Hiç mi bi’ şey beğenmiyorsun birader?” diyenler için
“Evet, beğeniyorum” niteliğindeki cevaplarımdan birisi, Emre Varışlı’nın Altıkırkbeş’ten çıkan “Bir Günahkarın Bilmesi Gerekenler” kitabıdır. Hepi topu 50
sayfalık bir kitap olmasına rağmen dönüp dönüp okunan ve öyle kolay tükenmeyen,
ne gereksiz olay akışlarına ne de ağdalı bir dile bulaşan, 2014’ün başarılı öykü kitapları arasında yer alıyor benim için.
Emre Varışlı –her ne kadar şiir okuma videoları sosyal medyada alay konusu
edilse de- içi boş yazar ahkamlarına girmeden yazan, hem basılı alanda hem de
sosyal medyada ilgiyle takip ettiğim bir isim.
bütünüyle öykü sayılmasa da öyküden daha net bir türe sığdıramayacağım iki
kitabı anmak isterim. “Hiç mi bi’ şey beğenmiyorsun birader?” diyenler için
“Evet, beğeniyorum” niteliğindeki cevaplarımdan birisi, Emre Varışlı’nın Altıkırkbeş’ten çıkan “Bir Günahkarın Bilmesi Gerekenler” kitabıdır. Hepi topu 50
sayfalık bir kitap olmasına rağmen dönüp dönüp okunan ve öyle kolay tükenmeyen,
ne gereksiz olay akışlarına ne de ağdalı bir dile bulaşan, 2014’ün başarılı öykü kitapları arasında yer alıyor benim için.
Emre Varışlı –her ne kadar şiir okuma videoları sosyal medyada alay konusu
edilse de- içi boş yazar ahkamlarına girmeden yazan, hem basılı alanda hem de
sosyal medyada ilgiyle takip ettiğim bir isim.
Yılın
sonuna doğru bir sürprizle, zamanın Kargo grubunu Kargo yapan Mehmet Şenol Şişli de “Masa Tenisçisinin
Güncesi ya da Savaşçının Yolu” kitabını hasret gidermek isteyen sevenlerine
sundu. Öykü kategorisinde olmakla birlikte bazı aforizmatik veya “küçürek
öykü” tadında parçaların da yer aldığını söyleyebiliriz. Ve evet, beğendiğim
kitaplar arasında. Sözü geçmişken, Mehmet Şenol Şişli’nin Oyun Yayınevi adıyla kurduğu yayınevinin çıkardığı kitaplar ve Kaburga Fanzin de oldukça nitelikli
işler.
sonuna doğru bir sürprizle, zamanın Kargo grubunu Kargo yapan Mehmet Şenol Şişli de “Masa Tenisçisinin
Güncesi ya da Savaşçının Yolu” kitabını hasret gidermek isteyen sevenlerine
sundu. Öykü kategorisinde olmakla birlikte bazı aforizmatik veya “küçürek
öykü” tadında parçaların da yer aldığını söyleyebiliriz. Ve evet, beğendiğim
kitaplar arasında. Sözü geçmişken, Mehmet Şenol Şişli’nin Oyun Yayınevi adıyla kurduğu yayınevinin çıkardığı kitaplar ve Kaburga Fanzin de oldukça nitelikli
işler.
Öykü
bahsinde son olarak, benim de yer aldığım anlamlı bir projeden söz edeceğim.
Pozitif Yaşam Derneği ile işbirliği içerisinde hazırlanan ve HIV Pozitif ile
ilgili “pozitif” öyküler içeren “Bana Bi’Şey Olmaz” isimli öykü derlemesi de
Esen Kitap tarafından bu yılın son çeyreğinde yayımlandı. 12 yazarın yer aldığı
kitapta Esra Pekin, Küçük İskender, Damla Yazıcı ve Üstüngel Arı’nın öyküleri
dikkate değer.
bahsinde son olarak, benim de yer aldığım anlamlı bir projeden söz edeceğim.
Pozitif Yaşam Derneği ile işbirliği içerisinde hazırlanan ve HIV Pozitif ile
ilgili “pozitif” öyküler içeren “Bana Bi’Şey Olmaz” isimli öykü derlemesi de
Esen Kitap tarafından bu yılın son çeyreğinde yayımlandı. 12 yazarın yer aldığı
kitapta Esra Pekin, Küçük İskender, Damla Yazıcı ve Üstüngel Arı’nın öyküleri
dikkate değer.
Şiir
Kitaplarına Gelince
Açıkçası
2014 şiir kitapları açısından,
öykülere göre çok daha haz verici bir yıl oldu. Kadıköy ruhunun sindiği
şiirlerde nasıl bir farklılık var bilmiyorum ama bu yılın en gözde iki şiir
kitabı da Kadıköy menşeili diyebileceğimiz yazarlardan çıktı.
2014 şiir kitapları açısından,
öykülere göre çok daha haz verici bir yıl oldu. Kadıköy ruhunun sindiği
şiirlerde nasıl bir farklılık var bilmiyorum ama bu yılın en gözde iki şiir
kitabı da Kadıköy menşeili diyebileceğimiz yazarlardan çıktı.
Sinem Sal’ın üçüncü şiir
kitabı “Yine de Âmin”, April Yayıncılık etiketiyle yıl başında yayımlandı. Hem yerli şairlerin eserleri, hem de
Sinem Sal’ın kendi külliyatı içerisinde bir farklılık sunan “Yine de Âmin”, aşk
dendiğinde aklınızda canlanacak tüm duygu-durumlara bata çıka yazılmış bir
kitap. Bir kez daha o ifadeyi kullanacağım ama “gereksiz lirizm”den kaçındığı
halde kağıt kesiği tadında acıtabilen Sinem
Sal şiirleri, bir sonraki kuşaktan itibaren şiirimizin yapı taşları arasına
konulacak. Daha detaylı analizler için Yine de Âmin incelemesini
okuyabilirsiniz. Hatta bir de Sinem Sal röportajı, 2014’ün KKK aksiyonları
içerisinde mevcut. Hatta hatta, KKK Dergi’nin 3.sayısında ilk kez yayımlanan
bir öyküsü de var kendisinin. Öykü demişken, Sinem Sal’ın 2015’te öykü
kitapları listesini şöyle bir silkeleyecek olduğuna emin olduğum yeni kitabını
da müjdelemek isterim.
kitabı “Yine de Âmin”, April Yayıncılık etiketiyle yıl başında yayımlandı. Hem yerli şairlerin eserleri, hem de
Sinem Sal’ın kendi külliyatı içerisinde bir farklılık sunan “Yine de Âmin”, aşk
dendiğinde aklınızda canlanacak tüm duygu-durumlara bata çıka yazılmış bir
kitap. Bir kez daha o ifadeyi kullanacağım ama “gereksiz lirizm”den kaçındığı
halde kağıt kesiği tadında acıtabilen Sinem
Sal şiirleri, bir sonraki kuşaktan itibaren şiirimizin yapı taşları arasına
konulacak. Daha detaylı analizler için Yine de Âmin incelemesini
okuyabilirsiniz. Hatta bir de Sinem Sal röportajı, 2014’ün KKK aksiyonları
içerisinde mevcut. Hatta hatta, KKK Dergi’nin 3.sayısında ilk kez yayımlanan
bir öyküsü de var kendisinin. Öykü demişken, Sinem Sal’ın 2015’te öykü
kitapları listesini şöyle bir silkeleyecek olduğuna emin olduğum yeni kitabını
da müjdelemek isterim.
Bir diğer şiir kitabı ise
Kaan Koç şiirlerinin yer aldığı “Biraz Konuşmasak”. Altıkırkbeş şiir serisinin
güzide parçaları arasında yerini alan Kaan Koç için, Sinem Sal hakkında söylediklerim
tamamen geçerli. Klasikleşen önceki dönem şiirlerinin ritim anlayışından
sıyrılarak, “aritmik” denilebilecek ama yine de yeni bir ritim yaratan, yeni bir
teknikle ayrılan şairlerden birisi Kaan Koç. Dönüp dolaşıp okunan şiirlerinin
yanı sıra kitabın başındaki “Sonsöz” başlıklı düz yazı prolog kısmı da benim
için 2014’ün zirve metinlerinden.
Kaan Koç şiirlerinin yer aldığı “Biraz Konuşmasak”. Altıkırkbeş şiir serisinin
güzide parçaları arasında yerini alan Kaan Koç için, Sinem Sal hakkında söylediklerim
tamamen geçerli. Klasikleşen önceki dönem şiirlerinin ritim anlayışından
sıyrılarak, “aritmik” denilebilecek ama yine de yeni bir ritim yaratan, yeni bir
teknikle ayrılan şairlerden birisi Kaan Koç. Dönüp dolaşıp okunan şiirlerinin
yanı sıra kitabın başındaki “Sonsöz” başlıklı düz yazı prolog kısmı da benim
için 2014’ün zirve metinlerinden.
İmgelerin
ağırlıkta olduğu şiirler yerine nispeten daha açık anlatımlı ve lirik şiirler
sevenlere de Kırmızı Kedi etiketiyle yayımlanan, Selahattin Yolgiden imzalı
“Eve Geç Kaldım Yalnızlık Bekler” kitabını önerebilirim.
ağırlıkta olduğu şiirler yerine nispeten daha açık anlatımlı ve lirik şiirler
sevenlere de Kırmızı Kedi etiketiyle yayımlanan, Selahattin Yolgiden imzalı
“Eve Geç Kaldım Yalnızlık Bekler” kitabını önerebilirim.
2015’e
sarkmış olsa da burada adının geçmesi gerektiğine inandığım Uluer Oksal Tiryaki’nin Oyun Yayınevi
etiketli “Arabesk veyahut Death Metal” kitabını; henüz birer kitapları olmasa
da muhtelif mecralarda ve özellikle Hayal Dergisi ile BadPoetry projesinde
şiirlerine ulaşabileceğiniz Müslüm Çizmeci ve Gökben Derviş’in şiirlerini es
geçmemek gerekir.
sarkmış olsa da burada adının geçmesi gerektiğine inandığım Uluer Oksal Tiryaki’nin Oyun Yayınevi
etiketli “Arabesk veyahut Death Metal” kitabını; henüz birer kitapları olmasa
da muhtelif mecralarda ve özellikle Hayal Dergisi ile BadPoetry projesinde
şiirlerine ulaşabileceğiniz Müslüm Çizmeci ve Gökben Derviş’in şiirlerini es
geçmemek gerekir.
Son
Olarak Dökümanterler
Dökümanter
alanında son 1-2 yılın öne çıkan işlerini Esen Kitap kendi başına götürüyor.
Tabii, bunların benim ilgi alanıma girenler olmasını da hesaba katalım.
alanında son 1-2 yılın öne çıkan işlerini Esen Kitap kendi başına götürüyor.
Tabii, bunların benim ilgi alanıma girenler olmasını da hesaba katalım.
2013
sonunda Türkiye Rock Tarihi serisinin ilk kitabı olan “Saykodelik Yıllar”ı
yayımlayan ve bu yıl ikincisini yayımlayacak olan Güven Erkin Erkal,
Beyazıt Kütüphanesi’ne kapandığı zamanların bir ekstra ürünü olarak 2014’te “Türkiye’nin Güzel Tarihi”ni yayımladı. 1910-2010
arasında 1000 farklı kapak seçimiyle Türkiye’de pin-up kızlarının veya “kapak
güzellerinin” bir derlemesini içeriyor kitap.
sonunda Türkiye Rock Tarihi serisinin ilk kitabı olan “Saykodelik Yıllar”ı
yayımlayan ve bu yıl ikincisini yayımlayacak olan Güven Erkin Erkal,
Beyazıt Kütüphanesi’ne kapandığı zamanların bir ekstra ürünü olarak 2014’te “Türkiye’nin Güzel Tarihi”ni yayımladı. 1910-2010
arasında 1000 farklı kapak seçimiyle Türkiye’de pin-up kızlarının veya “kapak
güzellerinin” bir derlemesini içeriyor kitap.
Müzik
yazarları Sadi Tirak ve Erdem Tatar’ın birlikte hazırladıkları
ve yerli yayınların –belki yabancı yayınların da- içerisinde oldukça kapsamlı
bir çalışma olarak dikkat çeken “Metallica-
Mahşerin Dört Atlısı” kitabı da bu yılın ve müzik dökümanterleri alanının
önemli çalışmalarından birisi oldu. Kitapta Metallica’ya saplanmak yerine bir
dönemin gelişiminin ve Trash Metal türünün doğuşunun anlatılması da dikkate
değer.
yazarları Sadi Tirak ve Erdem Tatar’ın birlikte hazırladıkları
ve yerli yayınların –belki yabancı yayınların da- içerisinde oldukça kapsamlı
bir çalışma olarak dikkat çeken “Metallica-
Mahşerin Dört Atlısı” kitabı da bu yılın ve müzik dökümanterleri alanının
önemli çalışmalarından birisi oldu. Kitapta Metallica’ya saplanmak yerine bir
dönemin gelişiminin ve Trash Metal türünün doğuşunun anlatılması da dikkate
değer.
Rock
ve Metal’den devam ediyoruz. Online mecralar arasındaki en nitelikli Rock’n
Roll kültürü adreslerinden Delikasap, 13.yılını özel bir baskıyla kutladı.
Uğursuz sayı olması nedeniyle 13.yılın seçildiği koleksiyon baskısı “Diren Rock’n
Roll” temasıyla Gezi Direnişi’ne selam çakarak yayımlandı. Rock müziğe gönül
vermiş herkesin gerçekten okuması gerektiği, özellikle Veysel Barışsever’in
gözlerimi dolduran yazısının yer aldığı bu özel baskı çok önemli bir
dökümanter.
ve Metal’den devam ediyoruz. Online mecralar arasındaki en nitelikli Rock’n
Roll kültürü adreslerinden Delikasap, 13.yılını özel bir baskıyla kutladı.
Uğursuz sayı olması nedeniyle 13.yılın seçildiği koleksiyon baskısı “Diren Rock’n
Roll” temasıyla Gezi Direnişi’ne selam çakarak yayımlandı. Rock müziğe gönül
vermiş herkesin gerçekten okuması gerektiği, özellikle Veysel Barışsever’in
gözlerimi dolduran yazısının yer aldığı bu özel baskı çok önemli bir
dökümanter.
Delikasap ekibinin asil üyelerinden Genel
Yayın Yönetmeni, nam-ı diğer “Atlantis’ten Gelen Adam” Murat Arda’nın yayına
hazırladığı baskının yanı sıra önceki yılın en iyi romanlarından olan Pelin’i
de bir kez daha analım.
Yayın Yönetmeni, nam-ı diğer “Atlantis’ten Gelen Adam” Murat Arda’nın yayına
hazırladığı baskının yanı sıra önceki yılın en iyi romanlarından olan Pelin’i
de bir kez daha analım.
Müzik
ağırlıklı dökümanterleri geçersek, henüz okuyamadığım ama listemde –tabii ki-
yer alan Hasan Ali Toptaş’ın “Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha Da Yalnız”
adlı söyleşi-röportaj derlemesini önemsiyorum. Yapı Kredi Yayınları’nın
çıkardığı “Yalnız Seni Arıyorum” kitabı, Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a yazdığı
mektupların ilk kez yayımlanması açısından önemli.
ağırlıklı dökümanterleri geçersek, henüz okuyamadığım ama listemde –tabii ki-
yer alan Hasan Ali Toptaş’ın “Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha Da Yalnız”
adlı söyleşi-röportaj derlemesini önemsiyorum. Yapı Kredi Yayınları’nın
çıkardığı “Yalnız Seni Arıyorum” kitabı, Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a yazdığı
mektupların ilk kez yayımlanması açısından önemli.
Her
ne kadar diğer türler altına alınabilse de Tezer Özlü külliyatına ışık tutması
açısından ilk kez yayımlanan yazılarının yer aldığı “Yeryüzüne Dayanabilmek İçin” kitabını da dökümanterler arasına
aldım. Kitapta, Özlü’nin yurt dışındayken Türkiye’deki dergiler için yazdığı
farklı konulardaki yazıları var.
ne kadar diğer türler altına alınabilse de Tezer Özlü külliyatına ışık tutması
açısından ilk kez yayımlanan yazılarının yer aldığı “Yeryüzüne Dayanabilmek İçin” kitabını da dökümanterler arasına
aldım. Kitapta, Özlü’nin yurt dışındayken Türkiye’deki dergiler için yazdığı
farklı konulardaki yazıları var.
Yetişemediklerim
2014’te
çıkan kitaplar içerisinde okumak isteyip, merak edip yetişemediklerim de var. Bu
kitapları da liste halinde bile olsa anmak gerekiyor:
çıkan kitaplar içerisinde okumak isteyip, merak edip yetişemediklerim de var. Bu
kitapları da liste halinde bile olsa anmak gerekiyor:
- En
Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın | Can Gürses | İletişim - Duvar
| Aytuğ Akdoğan | Destek - Albatros
Süvarisi | Soner Canözer | Esen - Kürar
| Melike Uzun | İletişim - Dünya
Ağrısı | Ayfer Tunç | Can - Uzakta
| Mine Soysal | Günışığı - Sahilden
Bostancı | Gül Ersoy | Sel - Pala
Hayriye | Figen Şakacı | İletişim
Kim Bu Yazarlar?
Bitirmeden önce, 2014 “kitapları” arasında olmasa da edebiyat olayları arasında öneminin henüz fark edilmediği “Kim Bu Yazarlar” mevzuunu da dile getirmek isterim. Kültür Bakanlığı’ndan para yardımı alıp da isimleri açıklanmayan bu yazarlar ile ilgili tartışmalar halen sonuçlandırılmış değil. Bu açıdan, hem bu tartışmaya hem de önemli konulara bağrından girmeyi başaran, sıkı bir arşive sahip olan Evvel.org ‘u da takip etmenizi öneririm.
Kapanış
ve Fanzinler
2014,
en genel hatlarıyla böyleydi. Tabii ki kimileri “Ee, Orhan Pamuk yok!” gibi
başka isimlerin yer aldığı cümle örneklerini içinden geçirecektir. Cevabım şu
olacak: “E Orhan Pamuk’un olduğu listelerde de Kaan Koç, Sinem Sal, Üstüngel
Arı, Delikasap yok…”
en genel hatlarıyla böyleydi. Tabii ki kimileri “Ee, Orhan Pamuk yok!” gibi
başka isimlerin yer aldığı cümle örneklerini içinden geçirecektir. Cevabım şu
olacak: “E Orhan Pamuk’un olduğu listelerde de Kaan Koç, Sinem Sal, Üstüngel
Arı, Delikasap yok…”
2015’te
de çok şey değişmeyecek. Aynı eleştiriler, aynı edebiyat lobiciliği, aynı
körler sağırların birbirini ağırlama durumları devam edecek. Ama biz de burada
olacağız, burada ve sokaklarda. İnanılarak, hissedilerek yazılmış eserleri,
gücümüz yettiğince okuyacağız ve anlatacağız.
de çok şey değişmeyecek. Aynı eleştiriler, aynı edebiyat lobiciliği, aynı
körler sağırların birbirini ağırlama durumları devam edecek. Ama biz de burada
olacağız, burada ve sokaklarda. İnanılarak, hissedilerek yazılmış eserleri,
gücümüz yettiğince okuyacağız ve anlatacağız.
Ve
tabii, yazacağız da… KKK Dergi’nin yeni sayılarının yayımlanmaya devam
edeceğini söylerken loş sokakların ve kasvetli odaların ruhuna işlediği
fanzinleri de hatırlatmak isterim. Ona buna eyvallah demeden hazırlanan, emek
verilen ve edebiyatın ruhunu koruyan o kutsal metinleri, fanzinleri ve
dergileri alın, aldırın, okuyun, paylaşın.
tabii, yazacağız da… KKK Dergi’nin yeni sayılarının yayımlanmaya devam
edeceğini söylerken loş sokakların ve kasvetli odaların ruhuna işlediği
fanzinleri de hatırlatmak isterim. Ona buna eyvallah demeden hazırlanan, emek
verilen ve edebiyatın ruhunu koruyan o kutsal metinleri, fanzinleri ve
dergileri alın, aldırın, okuyun, paylaşın.
Son
olarak, KKK üzerinde yayımlanan tüm kitap incelemelerine İnceleme kategorisinden
ulaşabilirsiniz.
olarak, KKK üzerinde yayımlanan tüm kitap incelemelerine İnceleme kategorisinden
ulaşabilirsiniz.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)